25 Ağustos 2007

KEŞFEDİLDİM!!!

Ben tesadüflere pek inanan biri değilimdir...
Sonunda Sevgili Bekir Coşkun'un da beni "keşfedeceğini" biliyordum!!!
işte ispatı!!!!

:))))))))))

Sevgili Bekir Coşkun, Mevlana'nın bir lafı vardır "NE KADAR BİLİRSEN BİL,ANLATABİLDİKLERİN, KARŞINDAKİNİN ANLAYABİLECEĞİ KADARDIR."

Neden anlamadıklarını anlıyoruz değil mi ;)

Ben hala "Gül'ün seçilememe ihtimalini" seviyorum...

Haydi Meclisteki bayanlar-beyler, bize gerçek bir "Zafer Bayramı" yaşatın!!!!

25 Ağustos 2007 Bekir COŞKUN

Magazinci oluyorum...


BU işler bana göre değil.

Ben magazinci olsam diyorum.

Diyelim ki "Cumhuriyet elden gidiyor" yerine "Banu ekranlara dönüyor" diye yazılar yazmak bir mi?

Bu siyasette dünyanın en güzel çiçeği (gül) dahi bıyıklı.

"367" rakamı yerine, karşılaştığım okurlarıma yüksek sesle ve peltek peltek uğraştığım rakamları anlatsam:

"En ideali 90-60-90 oluyor... 80-60-80 de olur ama, o kadar iyi olmaz..."

Gözüm rejimde olsa...

"Rejim tehlikede" yerine diyelim ki şöyle yazsam:

"Banu rejimde..."

Rejimin laiklik, hukuk, demokrasi gibi kavramları yerine, Banu’nun rejimi ile ilgili şu sözcükler aklımdan çıkmaz olsa:

Havuç...

Yoğurt...

Semizotu...

Ve yuvarlaklaşmış gözüm Banu’nun rejiminde olsa, arada bir arayıp uzun uzun bilgi aktarsam editöre:

"Herkesi kucaklayacak..."

"Bu çok iyi..."

"Rejime de devam diyor..."

"Harika..."

"Herkese seslenecek, gelin birlikte olalım diye..."

"Mükemmel..."

"G-string giyip çıkacak..."

"............?"

"Banu... Banu’yu söylüyorum..."

*

Çünkü öbür türlü arkadaşa "Başbakan’ı ben konuşturmadım"ı dahi anlatamıyorum.

Başbakan konuştu, o beni eleştiriyor.

Biliyorum; fırsat bu fırsat, Başbakan’a ve yeni Cumhurbaşkanı’na şirin gözükmek için bunu yapıyor.

Çam deviren Başbakan, o bana saldırıyor.

Ve ben "magazinci" oluyorum.

Bu işler bana göre değil.

Şu an itibarıyla Banu’yu kovalıyorum.

Banu’nun durumuna yakından bakıyorum...


23 Ağustos 2007

Andree Coşkun'un cevabı, yorumsuz.

22 Ağustos 2007
Ertuğrul ÖZKÖK


...

Başbakan Erdoğan’ın sözlerine çok üzüldüğünü tahmin ettiğim için dün aradım.

Yanılmamışım.

İçi çok buruktu.

"Ne düşünüyorsun Andree?" diye sordum.

"Ne düşündüğümü sana, bugüne kadar kimseye anlatmadığım, belki de sadece 4 kişinin bildiği bir hatıramı aktararak söyleyeyim" dedi ve anlattı.

Andree 1990’lı yıllarda TRT’de çalışıyordu.

Eşimin de çok yakın arkadaşı olan Seynan Levent’le birlikte "Akşama Doğru" diye bir program yapıyorlardı.

O program çerçevesinde, Ankara’daki yabancı büyükelçilerle de röportajlar yapıyorlarmış.

O dönemde Fransa’nın Ankara Büyükelçisi François Dopffer’le konuşmak üzere İstanbul’daki konsolosluk rezidansına gitmişler.

Andree’nin ailesi Fransa’dan gelip Türkiye’ye yerleşmiş Levanten bir aile.

Dolayısıyla Türkçe’nin yanında Fransızca’yı da anadili olarak konuşuyor.

* * *

Büyükelçi "Nasıl bu kadar iyi Fransızca konuşuyorsun" deyince, o da "Ailem Fransız asıllı" demiş.

Bunun üzerine Büyükelçi Dopffer, "Biliyorsunuz çifte vatandaşlık hakkınız var. Belgelerinizi getirirseniz, size ve eşinize Fransa vatandaşlığı veririz" demiş.

Andree, şu cevabı vermiş:

"Ben buradaki hayatımdan çok memnunum. Çok mutluyum. Eşim gazeteci. Çifte vatandaşlığa ihtiyacım yok."

* * *

Evet, Başbakan’ın "Tanımıyorsan çek git" dediği Bekir Coşkun’un eşi işte böyle bir insan.

Benim aracılığımla Erdoğan’a şu mesajı iletmek istedi:

"Sayın Başbakan, ben Fransız asıllı bir Türk vatandaşıyım. Sadece ve sadece Türk pasaportu taşıyorum. Bir Türk’e áşık oldum ve onunla evliyim. Bu topraklarda doğdum. Annem babam bu topraklarda öldü. Bu topraklara gömüldü. Ben de bu topraklarda öleceğim. Bu topraklara gömüleceğim. Sözleriniz içimi acıttı, gururumu çok rencide etti. Cevabım şu: Hayır Sayın Başbakan, bir yere gitmiyoruz. Buradayız."

...

22 Ağustos 2007

gitmeyenler....

SABAH sabah bizim Uğur Ergan aradı, Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği ile konuşmuş.


Uğur "Abi Başbakan’ın ’çek git’ ikazı üzerine BM Mülteci Yüksek Komiserliği ile görüştüm. Türkiye’den kovulma haberini gösterirsen seni mülteci kabul edecekler. Ama bir de işkence-mişkence gibi, darp izi var mı diye soruyorlar..." dedi.


Uğur’a "var" dedim.


Aslında gidecek yerim yok.

Ben başka hiçbir ülkeyi sevmedim.


Bu yurdun taşını, toprağını, sulaklarını, denizlerini, ırmaklarını, yaylalarını, kedilerini, kirpilerini sevdim, tanıksınız.


Bir dal kesildiğinde yanarım..


Ama orman alanını kaçak ev yapan, bana "Bu ülkeden çek git" diyor.


Bir yeşil alan yok edildiğinde çığlık attım, canım yandı, ormandaki bir vaşak öldürüldüğünde oturup ağladım.


Ama ormanları "2-B arazisi" diye satmak isteyen Başbakan bana ve benim gibi düşünenlere "Çekin gidin" diyebiliyor.




Ben bu ülkeyi severim.


Amerika’da okuyan kızlarım yok.


Oğluma Washington’da iş vermediler.


Kimse benim için yabancılara gidip "Delikten aşağı süpüreceğinize kullanın" da demedi, dedirtmedim.

Ben bu ülkeyi severim.

Devrek 125’inci alayda askerliğimi yaptım.


Nöbet tuttum.

Mataramı parlattım, potinlerimi kaybettim.

Askerlikten kaytarmak için rapor-mapor almadım.

Ama Başbakan "Çek git" diyor.


Gidemem.


Doğrusunu isterseniz bu toplumun göz göre göre dinimizi siyasete alet edenlerin peşine takılması, boşa giden yazılarım, o yalnız kalma duygusu... Bunların tümü canımı yaktı ve sevgili Uğur’a "Darp izi yok da, yürek yarası olur mu?" diye sordum.


Olsa da, olmasa da...


Benim gidecek başka bir yerim yok...




Bekir COŞKUN tarafından yazılan bu makale, 22 Ağustos 2007 Çarşamba günü yayınlanan Hürriyet Gazetesindeki köşe yazısıdır.


"Artık politika yazmayacağım" demiştim bazı arkadaşlara... yok bırakmıyorlar, susturtmuyorlar ki !!! Politik blog oldu çıktı benimkisi :P

Sevgili Bekir Coşkun,
Benim -şahsen- gidecek yerim var.
Sanırım eşiniz Andree'den dolayı sizin de vardır...
Ama ben de (sizin gibi) bunlara inat gitmeyeceğim!
Kaçırtamayacaklar beni!!!


A.Gül'ü de, "Sophia" Hayrünisayı'da, vatandaşlıktan çıkmayı da İSTEMİYORUM!!!! - çıkayım da ülke size kalsın değil mi???

İNADINA GİTMEYECEĞİM ULEYYYYYYNNN!!!

Burası "bizim" topraklarımız, "çekip gitmek" için siz önden buyrun "sayın" öyle düşünenler, biz sizi takip ederiz....!!!!


Size "gitmeyecek" biri daha: http://www.haberx.com/w/100631/durmak-yok-yola-devam-atam.htm


Şu "uyuruk" blog yazısında bile ettik mi size gitmeyecek 4 kişi??
Dahası ve devamı var, merak etmeyin!!!



Yurtdışında okumaksa ben de yaptım ama İŞTE BURADAYIM... tek de değilim, emin olun, sizin çocuklarınız gibi "karı- koca arkasına sığınıp" kaçmıyorum da!!!

Bekir Bey'in dediği gibi, gönlümüz yaralı ama şunu biliniz ki

HAKSIZLIKLARINIZA YENİLMEYECEĞİM "sayın" beyler !!!


Haydi "azıcık değiştirdiğim" bir şarkı ile son verelim sinirimize:

"Türk doğdum hür yaşarım kime ne kime ne
Köle miyim sana ben sana ne sana ne
Zararım kendime kime ne kime ne
Sen bak kendi derdine sana ne sana ne "
(Ajda)





Etiketler: ,


16 Ağustos 2007

3 yazı, 3 yazar

14/08/2007 Emin ÇÖLAŞAN

Vay vay vay!..

ELİMDE İstanbul'da haftalık yayınlanan bir İslamcı dergi var. Seçim sonrasındaki iki ayrı kapağını burada görüyorsunuz. İlkinde Anıtkabir'e kilit vurulmuş ve altı ok, Atatürk'ün mezarından ceset halinde çıkarılıyor.

Bir sonraki kapakta ise altı ok şöyle tanımlanıyor: (Aslında Cumhuriyet rejimine küfrediliyor!)

"Dinsizlik, Halk Düşmanlığı, Fahişelik-İbnelik, Ayyaşlık-Hırsızlık, Batıcılık-Hayvanlık, Vatan Hainliği."

* * *

Derginin Anıtkabir kapaklı sayısında, 19. sayfada bir haber. Bunları sizlerden özür dileyerek aynen veriyorum ki, herkes pisliğin boyutunu görsün. Haberin başlığı: "Dayılanan pezevenge kurşun yağdı."

"Kayseri'de seks dükkanı açarak Müslüman halkımıza meydan okuyan pezevengin kerhanesi kurşunlandı. Kayserili Müslümanlar bu orospu çocuğunun açtığı seks dükkanına giderek 'Ananın porno filmi var mı, eğer gelirse biz satın alacağız. Ananın donunu da dükkanın girişine as' dediler.

Şimdi biz laiklerden öğrendiğimiz yöntemlerle para kazamayı öğrenen bu orospu çocuğunun anasının filminin vizyona giriş haberini bekliyoruz.

Müslüman Kayseri halkı bizi yanıltmadı ve pezevengin işyeri kurşunlandı. Onları tebrik ediyoruz.

Gün geçmiyor ki Laik Cumhuriyet'in Allahsız ve ahlaksız rejiminin pislikleri görülmesin. Cumhuriyet kazanımları!

'İlke ve inkılapların' oluşturduğu bu manzara karşısında biz intikam yemini ettik.

Tek tek ve topyekun, hesabını bu dünyada görmek üzere Allah'tan memuriyet diliyoruz."

Bu yayınlar (hem de "Müslümanlık" adına) İstanbul'da Valiliğin, Savcılığın, Emniyet ve öteki ilgili makamların gözleri önünde yapılıyor.

Devlet var mı? Var, var!





16 Ağustos 2007 Ertuğrul ÖZKÖK


Çölaşan'la veda yemeği


ÖNCEKİ gün İzmir’de Deniz Restoran’da Emin Çölaşan’la yemek yedik.

Emin’le zaman zaman bu tür yemekler yer, sohbet ederiz.

Bu defaki sohbetimizin niteliği farklıydı.

Hürriyet olarak Çölaşan’la el sıkışacaktık.

Tahmin edersiniz ki, benim için zor bir sohbetti.

Emin’le Hürriyet’te aşağı yukarı aynı yıllarda çalışmaya başladık.

Ben gazetenin Ankara temsilcisiydim, o da haftalık sohbetler yapıyordu.

İkimiz de aşağı yukarı aynı yıllarda günlük yazı yazmaya başladık.

Bazen aynı görüşlerde birleştik, bazen de çok farklı noktalarda yer aldık.

Son yıllarda Çölaşan’la Hürriyet arasında bazı sorunlar çıkmaya başladı.

Sonunda iş, gazetenin kurumsal kimliği ile çatışma noktasına geldi.

* * *

Hemen aklınıza şu soru gelecektir.

Acaba siyasi bir mesele mi?

Hayır kesinlikle böyle bir şey yok.

Öyle olsaydı, yazar kadromuza Yılmaz Özdil gibi Türkiye’nin en çok okunan, en muhalif seslerinden birini katmazdık.

Öyle olsaydı, Oktay Ekşi, Bekir Coşkun, Tufan Türenç, Özdemir İnce, Yalçın Doğan, Yalçın Bayer gibi güçlü muhalif yazarlar bu logo altında yazıyor olmazdı.

Çölaşan geçen 20 yıl boyunca istediği her şeyi yazdı.

Yüklü tazminatlar ödeme pahasına bunlara ses çıkarmadık.

Hürriyet bundan 5 yıl önce yeni yayın ilkelerini belirledi.

Bu ilkeler, yeni ve çağdaş bir yayıncılık anlayışının temel taşlarıydı.

Kişi hakları, hakaret, takıntı gibi konularda daha titiz bir yayıncılık sürdüreceğiz.

Bunda kesin kararlıyız.

İşte bu noktada Çölaşan’la bazı anlaşmazlıklar çıkmaya başladı.

Hepimiz o kurumsal kimliğe saygı göstermek, onun koyduğu yayın ilkelerini benimsemek zorundayız.

Peki yazarların bunu kabul etmeme hakkı yok mu?

Var elbet.

O zaman yapacağımız iş, kendimizce daha uygun gördüğümüz bir yerde mesleğimizi devam ettirmektir.

* * *

Türkiye çoğulcu bir ülke.

Bu ülkede gazete olarak sadece Hürriyet yok.

Gazetelerde muhabirlerin işine son verildiği gibi, yazarların da verilebilir.

Genel yayın yönetmenlerinin de...

* * *

Herhalde Çölaşan’la sohbetimizin nasıl bir havada geçtiğini merak ediyorsunuzdur.

Bana göre her zamanki üslup ve samimiyet içinde geçti.

Daha çok ben konuştum, o dinledi.

Sonunda yine el sıkışarak ayrıldık.

Tabii hem 22 yıllık arkadaşlık hem genel yayın yönetmenliği açısından hüzünlü bir ayrılık olduğunu söyleyebilirim.

Dün Emin Çölaşan’ın ayrılması dolayısıyla verilen tepkilere baktığımda şunu anlıyorum.

Hürriyet bu ülkenin en temel üç beş müessesesinden biri.

Şöyle yakın döneme bir göz atın.

Türkiye’nin en muhalif seslerinden biri Necati Doğru’nun Sabah Gazetesi’nde işine son verildi.

Benim hatırladığım tek satır yazı çıkmadı.

Daha geçenlerde Yılmaz Özdil, Sabah’tan ayrıldı.

Çıt yok.

Bundan iki üç yıl önce Tuncay Özkan, Akşam gazetesinden kovuldu.

Kimsenin kılı kıpırdamadı.

Mehmet Barlas, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand ve daha başka kaç köşe yazarı çalıştığı gazetelerden çıkarıldı.

Birkaç arkadaşı dışında hatırlarını soran bile olmadı.

Onların her biri büyük yazardı.

O zaman...

Acaba yazdıkları gazeteler mi küçüktü...

Hürriyet’e gelince, işin rengi değişiyor.

Bir muhabirin işine son verilmesi bile olay oluyor.

"Büyük gazete" olmanın bedeli var.

Başkaları hep küçük kalmaya, kendilerini küçük görmeye devam ettikçe, biz olduğumuzdan da büyük görüneceğiz ve bu bedeli ödemeye devam edeceğiz.

* * *

Hürriyet şimdi önümüzdeki 10 yıla hazırlanıyor.

Kadrolar gençleşiyor.

Çağdaş yayın ilkeleri yerleşiyor.

Eski güçlü yazarlarının yanı sıra, yeni, genç ve güçlü muhalif sesler yükseliyor.

Kimsenin kuşkusu olmasın, biz iktidarlar karşısında en güçlü müessese, en güçlü ses olmaya devam edeceğiz.

Emin Çölaşan’a gelince...

O güçlü bir kalemdir.

Türkiye’de birçok gazete var. Mutlaka bir başka gazetede sesini duyurmaya devam edecektir.

Türkiye çoğulcu bir toplum.

Burada olmazsa başka yerde.

Başkaları oralarda olmazsa, burada...

Bu duygularla Çölaşan’a "Güle güle" diyorum.







16 Ağustos 2007 Bekir COŞKUN

Kürek mahkûmları...

BU yazıyı zor şartlar altında yazıyorum.

Telefonlar durmadan çalıyor, televizyonlar kapıda, haberciler durmadan bizden söz ediyorlar, benim ise söyleyecek çok sözüm yok.

Sözümü sadece size söyleyebilirim.

Olan şu:

Biz bir kayıktaydık.

Kürek arkadaşımı dalgalar aldı.

Bizim ulaşmak istediğimiz bir yer vardı. Söylene söylene, sızlana sızlana, adeta kendimizi kürek mahkûmu sayarak kürek çekiyorduk o yere doğru...

Orası; sadece bizim aydınlık ülkemizdi.

Çağdaş okulların bahçesinde, çocukların sevgi-barış-özgürlük şarkıları söyledikleri, karanlık merdiven altlarında tarikat kurslarının yer almadığı bir yer...

İtilmiş, yasaklı, suçlu, sakıncalı, haram, günahkár, aşağılanan, hiç sayılan kadınların olmadığı yurt...

Babaların evlerine güler yüzle ve alın teri sıcak ekmeklerle döndükleri...

Soygunun, hırsızlığın, talanın olmadığı bir yer.

İran’a, Suudi Arabistan’a benzemesini asla istemediğimiz... Şeriatçıların, tarikatların, laik cumhuriyet düşmanlarının karanlığa sürüklemelerini asla kabul edemeyeceğimiz mübarek-kutsal vatan...

Mustafa Kemal’in memleketi....

Bizim ülkemiz...

*

Ulaşmak istediğimiz yer burasıydı.

Emin Çölaşan artık yok.

Ne yapmalıyım?..

Bırakmalı mıyım kürekleri?...

Ben şimdiye kadar her şeyimi okurlarımla paylaştım. Evimizi, evimizdeki canlıları, kemanımı, şarkılarımı, sevdalarımı, sancılarımı...

Bilmezsiniz; yazılarımı onlarla birlikte yazarım ben.

Şimdi soruyorum:

Ne yapmalıyım.

Asılsam mı küreklere?..

Avuçlarım kanasa da, hırsımdan ağlasam da, o yere doğru tek başıma kalsam dahi çekmeli miyim kürekleri?

Yoksa, vaz mı geçsem kürek çekmekten?

Söyleyin dostlarım...

Ne yapmalıyım, ne?..


Henüz "çok" yorum yapacak modda değilim, belki sonra belki de hiç...

Ama bir gazetenin yazarlarının arkasında durması gerektiğine inanıyorum...

Sizin gazetede "moderasyon" yok mudur? Editörler olan biteni haber vermez mi? Yoksa herkes haberleri ve köşe yazılarını ertesi sabah "basılı" gazeteden mi öğrenir??

Ertuğrul Özkök, bana çok SAMİMİYETSİZ geldiniz...! Evet, gazetenizi, isminizi korumalısınız da bunun ne karşılığı ne verdiğiniz daha da önemlidir...

Sevgili Bekir Coşkun, bu soruyu kendinize sorduysanız zaten cevabınız belli bence... denge bozulursa kayık gider mi? Diğer yandan "tek kürek de olsa ilerleyeyim, hiç yoktan iyidir" size ters gelmez mi?

Öyle olsaydı "düzenin adamı" olurdunuz zaten... NEYSE ŞÜKÜR ki değilsiniz!!

Ama ne yaparsanız yapın, haklı olacaksınız.

Sayın Çölaşan, Sayın Coşkun; LÜTFEN SUSMAYIN!!!!


Hizmet dediğin... İnternetten Ölülere Dua!!!

İnternetten ölen köylülerine dua

Ardahan'ın Çıldır ilçesine bağlı Yukarı Canbaz köylüleri, köyleri adına kurdukları internet sitesi üzerinden vefat eden yakınlarına dua okuyorlar.

Hayatını kaybeden vatandaşların mezarlarının fotoğraflarını çeken köylüler, bu fotoğrafları internet sitesine yükleyerek, gurbette olan köylülerine internet üzerinden dua okuma imkanı sağlıyorlar. www.yukaricanbazdernegi.com\kabir\ sitesinde köyde ölen 105 kişinin mezar fotoğraflarını yükleyen köylüler, siteye ayrıca Kur'an-ı Kerim surelerini (Fatiha, İhlas ve Yasin-i şerif) de yükleyerek bu konuda uzakta yaşayan köylülerine ölen akrabalarının hem mezarı ziyaret etme hem de dua okutma olanağı sunuyor.

Site yapımcısı Doğan Yücal, sitenin amacının köyde yaşanan kan davalarına dikkat çekmek olduğunu söylüyor. Yücel, "Bugüne kadar köyde dört defa kan davası yaşandı. Kan davaları yüzünden köy dörde bulunmuş durumda. Ben de bu duruma tepki göstermek için böyle bir şey yaptım. Böyle yaparak köyde bozuk olan ortamı biraz yumuşatmayı hedefliyorum. Sitede köydeki ölen vatandaşların hepsinin mezar fotoğrafı bulunmakta." diye konuştu.

Yücal bir diğer amacının ise, uzakta yaşayan insanların kendi akrabalarını mezarlarını ziyaret ederek, onlar dua okutturma imkanı sağlamak olduğunu ifade etti. Gurbette yaşayan ya da kendi köyüne gelemeyen insanların bu site sayesinde hem kendi köylerini tanıma fırsatı bulduklarını hem de ölen akrabalarının mezarlarını görme imkanına kavuştuğunu dile getiren Yücal, sitenin yaklaşık 2.5 yıldır faaliyette olduğunu ayrıca hangi mezarın kaç defa ziyaret edildiğini görüldüğünü belirtiyor.

CİHAN HABER AJANSI

HABERİN WEB ADRESİ : http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=576549

Yaratıcı zihniyeti tebrik ederim!!!! Oturduğımuz yerden gönderilen, tabii görerek giden kadar makbul değildir.... Neyse "en popüler mezar" yarışması şimdilik yok..... . . .

"Ahaa Paşadedemin mezar taşını kırmışlar, Alamanyadan taa internetten gördüm, oradaki emmooluna söyleyelim de yaptırtsın!!"

Yok ben bildiğim gibi, eski usul, içimden, sessizce okuyayım... fazla "moderenlik" dokunur!


15 Ağustos 2007

O benim ’cumhurbaşkanım’ olmayacak...

GÖRDÜĞÜNÜZ gibi AKP merkeze oturmuş falan değil.

AKP; laik cumhuriyetle ve Atatürk devrimleriyle hesaplaşması olan, din merkezli bir partidir.

O "AKP merkez sağ parti oldu" iddiası ise, sadece bir kandırmacanın ve körlüğün gizlenmesiydi.

İşte en yakın kanıt:

Türban için Türkiye Cumhuriyeti’ni Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne veren Abdullah Gül cumhurbaşkanıdır.
Daha kanıt ne istersiniz?..

*

Artık türban devletin başındadır...

Devletin temsil edildiği birinci sıradaki kamusal alana tesettürün adım atmasıyla; AİHM’nin, bizim Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın, Danıştay’ın ve evrensel hukukun tüm "Laik yönetimlerde dini simge olmaz" kararları çöpe atılmaktadır.

Bizim 235 türbanlı eşe sahip TBMM tarafından...

Bundan böyle tesettürü tapu dairelerinde, nüfusta, bankalarda, karakollarda, belediyelerde, okullarda, üniversitelerde nasıl yasaklarsınız?

*

Ve artık kimse "laik devlet"ten söz edemez.

Dincilerin, bu ülkeye el koyma ve karşı devrimi gerçekleştirme planları aksamadan tıkır tıkır yürüyor.

"Siyasi İslam" bir adım daha attı.

Devleti tesettür temsil edecek.

Bir anda Türkiye’nin fotoğrafı size "Atatürk Türkiyesi"ni değil, "Ilımlı İslam Türkiyesi"ni anlatacak.

Ve ordularımızın "başkumandanı" Abdullah Gül’dür.

Bundan böyle bir gecede çıkartılacak ve Çankaya’da yirmi dakikada imzalanacak yasalarla, neler olacak göreceksiniz.

*

Doğrusunu isterseniz "Göbeğini kaşıyan adam"ın zaferidir bu.

Taa genel seçimlerde kararı o verdi.

Çocukları için aydınlık Türkiye isteyenler meydanlara dökülürken, o uzakta bıyık altından güldü, göbeğini kaşıdı ve dinci devletin yolunu açtı...

Abdullah Gül tam ona göredir.

Zaten onun cumhurbaşkanı olacaktır.

Benim değil...


15 Ağustos 2007

Bekir COŞKUN



Ben'den not, "Islami Cumhuriyet" zaten batının bizim için istediği şey... Zira o zaman "aaa İslamm.. cık olmaz AB bunu kaldıramazzz" denecek. Hani şu meşhur köprü olma olayımız var ya, işte o olay Edirne Kapıkule'de bitecek... Ama Türkiye "Laik Cumhuriyet" olduğu sürece bunu yapamayacaklar... "Eee Müslümanları almıyoruzz" dediklerinde, "Ülkemizin dini yok " deme hakkımız var. Vatikan hariç hangi Avrupa devleti dini ile ön planda ki?


Sevgili Bekir Bey, o "göbeğini kaşıyan hırto"lardan aramızda/çevremizde o kadar çok var ki... Siz dahi "her gün" görüyorsunuz...


Modern giyim kuşam onları "görünmez" gibi kılıyor ama "gibi" işte....


Bu "hırto"lar en önde, bazı değerleri en çok savunuyor görünenler de olabilir ama bir anda (veya zaman içinde) yaptıkları üstüste geliyor ve ne oldukları su yüzüne çıkıyor... Bir yemekte, bir sohbet esnasında, bir mitingde takke düşüyor, kel görünüyor.........




Yukarıda örneğini verdiğiniz kişiler "kendi haklarını korumak adına" vatanın adını 2 paraya satabiliyor, hepimiz biliyoruz. beyefendi bugün buyurmuş "Bu güne kadar AKP'li idim, seçildikten sonra AKP'li olmayaağım. Herkesi kucaklayan,eşit mesafede duran, tarafsız bir cumhurbaşkanı olacağım"... Hadi yakadaki AKP rozetini bir çırpıda çıkaracaksınız da, kafanızdan öyle çabucak nasıl sileceksiniz, ben onu anlamadım... ama pardoonn "siz değişime hazırsınız"...!!!


Az önce "flaş" haber geldi, "Eşimin türbanı kişisel haktır" demiş Sn. Gül. Atamın sözünden başka cevap düşünemiyorum: "Konu vatansa gerisi teferuattır"...


O halde ben de sizin bir seçim yapmanızı istiyorum, ya "baş örtme hakkı" ya da "Türkiye Cumhuriyetini layıkıyla temsil etme" hakkınızı kullanın. Ki bence, 2. de bizim hakkımız!!!





Biray

Sizin de arkadaşlarınız var mısır, yıllar yılı özellikle doğumgünlerinde arayıp konuştuğunuz, arada aklınıza estiğinde aradığınız, arkadaşlığınızın hiç bitmediği, tükenmediği kişiler?



Özelikle internet üzerinden tanıştığım böyle çok arkadaşım vardır benim. Bir kısmı "dost" laşmış arkadaşlarım... Biray, Tuğrul, Gökçe, Burak, Dilek, Önder, Eb, ilk aklıma gelenler... Taa neredeyse 10 sene öncesine dayanıyor tanışıklığımız...

Başkaları da var, yanlış anlaşılmasın, mesela amcam Altan'ım ;) neyse konuya dönüyorum...



Biray 4 Ağustos ben 4 Eylül doğumluyuz, o yüzden unutmam tarihini :) Geçenlerde gene her zamanki gibi aradım, telefonu cevap vermeyince SMS attım. Bir kaç saat sonra tekrar denedim , konuşma yaklaşık şöyle gelişti:



*g*: Naber canım nasılsın, yaşlılıkgünün kutlu olsun

B: Sağol ne olsun, nerdesin sen?

*g*: noolsun, her zamanki gibi evde, Izmir'deyim ya sen?

B: Çeşme'de

*g*: Hadi yaaa ciddi misin??? (görüşmeyeli 7-8 yıl rahat var bu arada) Nereye. ne zaman geldiniz?? Ne kadar kalacaksınız?

B: İki gün kalıcaz, salı sabahı yola çıkıyoruz ( günlerden pazarmış bu arada :P)

*g*: AAAA, iyi o halde, yarın yanınıza gelmeye çalışacam!!!!



-ertesi günü bir şeyler oldu gidemedim, içim içimi yiyor ama yapacak birşey yok, bir dahaki sefere İnşallah, İst e gidersem artık mutlaka uğrayayım, diyorum içimden-



Salı öğlene doğru telefon çalıyor. Gene Biray, "Nerdesin? Biz İzmir'deyiz" ...

"Aaaa süper, nerdesiniz söyleyin geliyorum yanınıza..." "Çiğdem'in (eşi) bir işi var bitince ararım görüşürüz", "peki" denip kapanıyor olay.



(hala okumaya devam ediyor musunuz?????)



20 dk sonra telefon tekrar çalıyor, "Sizin ev nerdeydi?, "şurda",

" hımm peki az sonra oradayız!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!"



ne kim nasıl???



Aile halkı evde, yıllar önceden kalma isimler kulakta ama hayal meyal...



bundan sonrasını çok anlatamıyorum akıl/el koordinasyonum tutmuyor :)



ÇOOOOOKKKKK SEVİNDİMMM özet bu :) Çiğdem ile de ilk kez görüştük, tanıştık, kaynaştık. Melis hanım'ın doğum fotolarını görmüştük, 4 yaşında bir prenses olarak karşılaştık kendisiyle de ilk kez!!!

Hep beraber oturduk konuştuk, yemek yedik içtik eğlendik....

Eski günleri andık :) Ara zamanda olanları paylaştık...

Sözüm geçerli, ben 2099 a dek Adana'ya gelecektim be Biray, siz gittiniz :)))))))))))))

(ben sözü tuttum ama siz yoktunuz :( )

O sırada buralarda olsaydım, düğününüze gelecektim biliyorsun,

ha söyleyemedim, bir çiçek muamması var, o zamandan beri kafama takılmıştır, yurt dışında olduğumdan, babaannemen sizin düğüne çiçek yollamasını rica etmiştim, onlar "tamam" demişti ama size sorduğumda gelmediğini söylemiştiniz..... üff!!! Adi çiçekçi diyorum sadece!!!



Tekrar tekrar düşününce, ne güzel arkadaşlarım var benim... sonuz inşallah...!





oooyy oy oyyyyy başlarken yazmayı düşündüğüm şey ile bitirmek istiyorum:



Hayat hiç adil değil belki ama kesinlikle süprizlerle dolu!!! :)





(<--- Buraya kadar okuduysanız sabrınız ve sevginiz için çok teşekkür ederim!--->)

This page is powered by Blogger. Isn't yours?


adopt your own virtual pet!