26 Eylül 2006

Anne/ Baba testi :)))

'Dört yaşındaki oğlumla sokakta yürüyordum. Birden
eğilip yerde bulduğu bir şeyi ağzına soktu. Ben de o şeyi alıp attım ve bir
daha bunu yapmamasını söyledim.
'Neden' diye sordu.
Ben de 'Çünkü o şey yerde idi. Nereden geldiğini bilmiyoruz, bu yüzden de pisti. Senin hastalanmana neden olur'diye cevapladım.
O zaman gözlerini açarak bana baktı ve bütün bunları nereden bildiğimi sordu.
'Eee, bütün anneler bunları bilir. Bunlar 'annelik testi'nde vardır. Eğer anne olacaksan bunları bilmek zorundasın, yoksa olamazsın' dedim.

İki üç dakika sessiz sedasız yürüdük. Sonra yeni bilgisini sindiren oğlum bana döndü ve söyle dedi: 'Tamam, simdi anladım. O zaman testten geçemezsen, baba oluyorsun.'
'Aynen öyle' diye cevap verdim yüzümde ve kalbimde bir tebessümle...'

blog layouts

blog layouts


14 Eylül 2006

Modern kadın, kolay ulaşılabilir ve ucuz



Radikal İslamcıların teorisyenlerinden sayılan Mısırlı Seyyid Kutub’u idam edilişinin 40. yılında anmak amacıyla İstanbul’da düzenlenen sempozyumda konuşan gazeteci yazar Ali Bulaç, "modern kadın"ı "kolay ulaşılabilir ve ucuz" olarak niteledi.

Gazeteci-Yazar Ali Bulaç konferansta, "Seyyid Kutub’un 20. Yüzyıl İslami Hareketleri Üzerindeki Etkileri" başlıklı bir konuşma yaptı. Seyyid Kutub’un Müslümanların dini referanslarla daha bilinçli ve daha özgüvenli olmasını istediğini belirten Bulaç, "Bugün bilgi çok kolay ve ucuz ulaşılabilir bir hale geldi. Tıpkı modern kadın gibi. Modern kadına da bilgi gibi çok kolay ulaşılabilir" dedi. Bulaç, Cumhuriyet Gazetesi’nin, sempozyum öncesinde, Seyyid Kutub’u İstanbul’da 58 kişinin ölümüyle sonuçlanan bombalı saldırıları gerçekleştiren El Kaide militanlarıyla ilişkisi bulunduğu öne sürülen "Selefi" çizgisinde göstermesini eleştirdi. Gazetenin "Teröristlerin beyinlerini yıkayanlar, pirlerini anmak için biraraya geliyor" yorumunu "edepsizlik" olarak nitelendiren Bulaç, "Cumhuriyet Gazetesi’ni yayınlayanlara ’Sizin piriniz kim’ diye sormak lazım. Onların piri de Naziler’dir" dedi.


Dip not: Kişi kendi gibi bilir karşısındakini... Nasıl "kadın"lara rastladıysanız artık... Bu şahsınızın ruhi yapısını da ortaya koyuyor... yazık... tedaviniz de mümkün değil ki...

Resmine bakıyorum, yüzünde hayır yok ki dediğinde olsun...

13 Eylül 2006

Zamane anneleri

"Sen de dedem gibi ölecek misin, anneanne?" sözleri hasta odasında yoğun sessizlik yaşanmasına neden olmuştu. Geçirdiği ameliyatlardan sonra pek toparlayamamış yaşlı bayan hastamızı ilkokula yeni başlamış torunu ve kızı ziyarete gelmişti. Küçük çocukları hasta ziyaretine kabul etmememiz başlangıçta sorun yaratmış, kısa süreli ziyaret için izin koparmışlardı. Hasta odasında ana kız konuşup dertleşirken torun araya girip sormuştu o can sıkıcı soruyu. Kafamı eğip elimdeki dosya ile ilgileniyormuş gibi yaptım. Hastamız torununu yatağın kenarına oturttu. Ellerini
tutarak "Şimdi değil, iyileşip eve döneceğim, merak etme. Hemen ölmeyeceğim. Ama er veya geç hepimiz öleceğiz" dedi. Torun yanıttan pek tatmin olmuş gibi değildi.

- Ama bu haksızlık, anneanne. Ölünce onları bir daha göremiyoruz. Dedemi çok özledim ben.

- Merak etme, insanlar ölünce görünmez olular ama hepten yok olmazlar.

Torun bir süre ananesinin boynundaki kolye ile oynayarak düşündü. Sonra "Peki insanlar ne oluyor, ölünce" diye sordu. Anneanne önce bana sonra kızına baktı. Torununun saçını okşayarak;

- Bir şekilde aramızda oluyorlar, ölenler. Kimi bir renk, kimi tat veya koku kimi de dokunuş olup geri geliyorlar. Mesela rahmetli annemin yaptığı puf böreğini hiç unutmadım. Nerede o kokuyu veya tadı bulsam annemin orada yanımda olduğunu bilirim. Dedeni ise saçlarımdaki dokunuş ile hatırlarım. Nerede bir rüzgar saçlarımı okşasa dedenin yanımda olduğunu düşünür, sevinirim.

- Peki sen ölünce ne olup geleceksin, anneanne?

- Onu sen bileceksin. Beni nasıl hatırlamak istersen o şekilde geleceğim yanına.

Ziyaret kısa sürmüştü. Onlar odadan çıktıktan sonra hastamız torununu çok özlemiş olduğunu belirterek ziyarete engel olmadığımız için teşekkür etti.

- Bu küçük torunumu büyüğünden daha çok seviyorum, doktor bey.

- Torunlarınız arasında ayırım yapmamanız gerekmez mi?

- Haklısınız ama böyle olmasında biraz kızımın da kabahati var. İlk çocuğunu çabuk büyütmeye çabaladı. Kendince başardı da. Ama hepimizden uzak soğuk, ağır biri oldu çıktı, büyük torunum. Şimdi hepimiz yakınıyoruz ama iş işten geçti.

- Neden böyle oldu?

- Ne yazık ki, kızım da diğerleri gibi zamane annelerinden oldu. Çocuğunu en iyi şartlarda, en iyi okullarda en iyi eğitim ile yetiştireceğim diye tutturdu. Çocuğun almadığı ders kalmadı neredeyse. Bale, piyano, tenis, yüzme dersleri yetmedi kolejlerde okuttu. Onunla birlikte ders çalışıp sınavlara birlikte girdi sanki. Şimdi adı sanı duyulmuş kolejlerden birinde okuyor. Ama hepimizden uzaklaştı. Derslerinden başka oyun bilmeyen soğuk ağır biri oldu.

Bir süre sustu, soluklandı. Elimi tutup yatağında doğruldu. Yastıklarını düzelttim.

- Zamane anneleri böyle oluyor, işte. Çocuk yetiştirmeyi yemek yapmak sanıyorlar. Parayı bastırıp en donanımlı mutfakta en iyi malzemeleri kullanırsa yemeğin mükemmel olacağını hayal ediyor, ortaya çıkan yemeğe bakıp neden lezzetli olmadığını soruyor, kabahati mutfakta veya malzemede arıyorlar. Kendilerine hiç kabahat bulmuyorlar. Halbuki elinin emeği, sabrı, özeni olmadıkça lezzeti yakalayamazsın. Hele bir sarma sarsınlar da göreyim ben onları. Bu kez de "o kadar emek verdim, kimseye yedirtmem" diye tutturur bunlar. Sanki analarından böyle gördüler. Hayat kolaylaşıp hızlandıkça her şeyin aynı kolaylıkla yapılacağını sanıyor bu zamane anneleri. Çocuklarını da çabuk büyütmeye uğraşıyorlar. Onları hızlı yaşlandırdıklarının farkında bile değiller.

- Yani?

- Çocuk bu, yetiştiği ortamdaki insanlara anne babasına benzeyecek elbet. Çocuk onlara benzemeye başladıkça anneler kendi beğenmediği yönlerini çocuklarında görüp kızıyor, nerede hata yaptıklarını bulmaya çabalıyorlar. İkinci çocukta ise o ilk heves kalmıyor da öyle kurtarıyor onlar kendilerini.

Boğazı kurumuştu. Bir yudum su içip eskiden ailelerin ilk çocuklarının ağabey ve abla ağırlığı ile yetiştirildiğini ilk çocukların aileyi iyi yansıtma görevi olduğu için daha değerli olduğunu ama artık devrin değiştiğini ailelerin kendilerini değil de hayallerini çocuklarına yüklediğini ilk çocuktan sonra gelenlerin ise daha özgür olgunlaşıp aileye daha çok benzediğini anlattı.

Birkaç gün sonra hastamızın baş ucunda suluboya bir resim vardı. Mavi gökyüzünde sapsarı güneş ve bir de uçurtma uçuran kız çocuğu vardı, resimde. Hastamız resim ile ilgilendiğimi görünce okumakta olduğu gazetesinden kafasını kaldırıp;

- Torunum benim için yapmış bu resmi, doktor bey. Resimdeki kız kendisiymiş. Karar vermiş, ben ölünce resimdeki gökyüzünün mavisi olacakmışım, onun için. Gökyüzüne her baktığında benim yanında olduğumu bilecekmiş, böylelikle. Bu sımsıcak güneş ise dedesiymiş.

Gözleri dolmuştu. Birkaç damla yaş süzüldü gözlerinden. "Torunumun gözünde gökyüzünün mavisi olacakmışım, dedesi de hepimizi ısıtan güneş. Daha ne olsun?" dedi. Öğle arasında bahçeye çıktım. Yağan yağmurun ardından masmavi gökyüzünde açan güneş, sıcaklığını iyice hissettiriyor, ağaçlar sonbahara hazırlanıyordu.

Mehmet Uhri

10 Eylül 2006

9 Eylül


Şansımız varmış... Birkaç kıta gezdik.
Şunu iddiayla söyleyebilirim...
Dünyanın hiçbir yerinde İzmir'deki kadar güzel batmaz güneş.




Yine öyle bir vakit...
Bitmeyen enerji, kavuniçi bir top olmuş, trajik bir yangının küllerinden yeniden doğan şehrin ufuk çizgisinde, körfeze usul usul iniyor.
Rakının dibine vurma saati...
Takvimler, 1923'ü gösteriyor.




Adres, numara 248, Kordon...
Naim Palas... İkinci kat...
Cumbada oturuyor Mustafa Kemal.
Sevmez fazla yemeği.
Leblebi var yine önünde...
Garson titriyor. Çünkü çocuk, Rum.
Sesleniyor Gazi, şefkatli bir ses tonuyla...
"Vre Dimitri" diyor, "gel bakayım."
Çocuk, "buyur pasam" diyor, ş'lere dili dönmeyen, kırık dökük Türkçesi'yle.
"Sizin Kosti" diyor... İşgal sırasında İzmir'e gelen Yunan Kralı Konstantin'i kastederek... Sizin Kosti, geldi mi buraya?
Geldi pasam...
Oturdu mu bu masaya?
Oturdu pasam.
Güneş batarken rakı içti mi?
İçmedi pasam.
E o zaman sormadın mı çocuk, ne halt etmeye almış İzmir'i?




İşte böyle batar güneş orada.




Nereye götürsem bilmem ki, nereleri gezdirsem, bugün sizi İzmir'de...
Mustafa Kemal Bulvarı'na mı götürsem, Alsancak'a mı? Lozan Meydanı'na mı, Montrö Meydanı'na mı? Hasan Tahsin'in ilk kurşunu attığı yerde dua mı etsek, Zübeyde Hanım'ın kabri başında rahmet mi okusak? Anacığını emanet etmiş, adam gibi adam bu şehire... Kız almış. "Denizi kız, kızı deniz, sokakları hem kız hem deniz kokan" bu şehirden... Evlenmiş. Latife Hanım'ın köşküne mi götürsem? 26 Ağustos kapısından mı girsek fuara, Kahramanlar kapısından mı? Oradan girmiş süvariler İzmir'e... Çok şehit vermişiz. İsimleri meçhul. Onun için kısaca Kahramanlar demişiz, o semtin adına... İlk girdikleri noktada da, Şehitler Abidesi var... Bu vatan için İzmir'de ilk düşenler... Onların isimlerini biliyoruz... Oraya mı gitsek acaba? İkinci Tümen Dördüncü Alay'dan Konyalı Mehmet, Akşehirli Hakkı, Avanoslu Ahmet... Şehitler Abidesi deriz ama, ismi başkadır aslında... "Vatan ve Namus Anıtı..." Oraya mı gitsek? Başlarında Yüzbaşı Şerafettin vardı. O caddenin şimdiki adı. Oraya mı gitsek? Fahrettin Altay Meydanı'na mı, yoksa Cumhuriyet Meydanı'na mı? "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri" diyen heykele...
Cadde mi gezsek... Dumlupınar caddesi, Şehitler, Gaziler, Vatan, İstiklal, İnönü, Akıncılar, Şehit Fethi caddesi...
Yoksa bulvar mı gezsek... Gazi, Fevzipaşa. Mahalle desen... Egemenlik mahallesi, Kurtuluş, Mehmet Akif, Millet, Kubilay, Sakarya, Ülkü, İnönü, 19 Mayıs, Tınaztepe, Kocatepe, Duatepe, Zafertepe, Hürriyet mahallesi...
Semt mi gezsek... Çankaya da var, Bayraklı da... Hatay var kardeşim, Hatay.
Okul mu gezsek... Atatürk Lisesi, Cumhuriyet Lisesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Hakimiyet-i Milliye, Misak-ı Milli, Gazi ilkokulu...
Atatürk Stadı'nda Altay'ı mı seyretsek, Alsancak Stadı'nda Altınordu'yu mu?




Sadece şehir değildir orası.
"Milli mücadele müzesi" dir.
Adım attığın her yerde gördüğün isimlerle.
Bahçedir...
Kanla sulanan, terle yeşeren.




İstanbul'daki gibi Birinci Ahmet Çeşmesi falan yoktur orada... Ankara'daki gibi Cinnah caddesi, Arjantin caddesi de bulamazsın pek...
Recep Tayyip Erdoğan Kavşağı'nı teklif etmez hiç kimse...




İşgal edildiği gün, bir ulusun kurtuluş savaşını başlatan... İşgali bittiği gün, o ulusun kurtuluş savaşını bitiren... Dünyadaki tek şehirdir.




Ve bugün, o gün...
9 Eylül.
Ne güzeldir bugün İzmir'de olmak.
Ve ne zordur bugün İzmir'de olamamak.
Kıymetini bilmek lazım.

Yılmaz ÖZDİL

http://www.sabah.com.tr/2006/09/09/ozdil.html

Heykeli bırak laflara bak...

Başkanın heykeli indi, eşi duruyor

Torbalı Belediye Başkanı İsmail Uygur'un, Atatürk heykelinin yanına dikilen heykeli, meclis kararıyla söküldü. Heykelin yüzünün değiştirildikten sonra yerine konacağı belirtildi. Başkanın eşine tıpatıp benzeyen kadın heykeline ise dokunulmadı.



Başkan heykelini söktü, eşi duruyor

Kendisine benzeyen heykeli kaldırtan İsmail Uygur "Bu kez Başbakan'a benzeyecek. Ama Atatürk'ün yanında olmak ister mi?" dedi.

İzmir Torbalı Belediye Başkanı İsmail Uygur, Atatürk heykelinin yanına kendisinin ve eşinin heykellerini dikmesi nedeniyle başlayan tartışmalara nokta koydu. Torbalı Belediye Meclisi, önceki gün saat 17.00'de başladığı toplantıda, Başkan Uygur'a benzeyen heykelin kaldırılmasını, eşi Afet Uygur'a benzediği öne sürülen heykelin ise kalmasını kararlaştırdı. CHP'li Başkan İsmail Uygur düzenlediği basın toplantısında heykelle ilgili "lüzumsuz ve aptalca'' tartışmaların yapıldığını savunarak, "Heykel mutlaka bir insana benzemek zorundadır. Biz sayın Başbakanımızın gençliğine benzetmeyi düşünüyoruz. Başbakan Atatürk'ün yanında olmak ister mibilemiyoruz. Bunu kabul ederse Başbakan'ın gençlik yıllarına benzer bir figür kullanılabilir. Bence bu konuda en tartışmasız isim Başbakan olacaktır. Başbakanımız genç ve atletik bir vücuda sahip. İtiraz görmez diye düşünüyorum'' dedi. Uygur, Başbakan Erdoğan'ın konuya ilişkin görüşünü almadan böyle bir girişimde bulunmayacaklarını bildirdi. AKP'liler, heykelin indirilişini sonuna kadar izlerken, zaman zaman gerginlik yaşandı. CHP'liler ile belediye çalışanları gazetecilere saldırdı. Uygur'un meclis toplantısında da "İtin puştun değil, Atatürk'ün yanındayız." dediği öğrenildi.
Abdulvahap OLGUN / ANKARA

7/9/2006

SABAH

03 Eylül 2006

Yarına hazırlığım;)

Dedim ya yeni bir yaşa giriyorum, bugün dedim bari 33 e bir hazırlık yapayım...
Ne yapsam diye düşündüm, sonra ayaklarımın üstünde dimdik durayım diye ayaklarıma bakım yapmaya karar verdim..

Valla pek bi işe yaradı gibi şimdilik... İşe yaradı, siz de yapın ;)


Ayak oyunları

Dans ederken üzerinde tepinip durduğunuz ayaklarınızın bakımını düzenli olarak yaparsanız, onlar da rahatlar, kuvvetlenir, sevinir.


1. Ayak banyosu

Banyo yaparken vücudunuz nasıl rahatlıyorsa, ayaklarınız da ona özel hazırladığınız bu banyoyla bakın nasıl da rahatlayacaklar. Yarım bardak sütü, ayaklarınızı kaplayacak kadar suyla dolu bir kaba ekleyin. 3 çorba kaşığı badem, banyo yağı yada zeytinyağını içine ilave edin ve ocağın altını yakın. Ilıyıncaya kadar bekleyin. Bu arada tırnaklarınızda iki hafta önceden kalan ojeleri temizlemeye koyulun.

2. Alet- edevatları hazırlayın

Tırnak makasını sterilize etmek için 20 dakika kadar alkolün içinde bekletin. Yada sıcak su içerisinde, anti bakteriyel bir sabunla ovarak mikroplardan arındırın. Şimdi tırnaklarınıza şekil verebilirsiniz artık. Batıkları engellemek için tırnaklarınızı çok kısa kesmemeli ve düz kesmeye dikkat etmelisiniz. Sonra da tırnaklarınızın kenarlarını törpüleyerek yuvarlayabilirsiniz.

3. Daldırın

Sütlü karışımı ocaktan alın. Çok sıcak olmamasına dikkat edin. Bunu genişçe bir kaba boşaltın ve ayaklarınızı da içine daldırın. Sütün içerisindeki laktik asit, ölü deri hücrelerinin çözünmesini ve erimesini sağlayacak, yağ ise nasırları yumuşatacak. 10 dakika bekledikten sonra, ayaklarınızı karışımın içinden çıkarın. Pedikür törpüsü ile ölü derileri ve yumuşayan nasırları temizleyin. Ardından ayaklarınızı yıkayın.

4. Şekerli peeling

1 bardağın dörtte birini kaplayacak şekeri, her zaman kullandığınız vücut losyonu yada yağına macun haline gelinceye kadar ekleyin ve karıştırın. Bu macunla ayaklarınızı bir güzel ovun ve peeling’inizin yaratacağı o mükemmel yumuşaklığı hissedin.

5. Yumuşacık

Bir bardak sütü ve bir iki tane salatalığı blender ’a atın ve karıştırın. Harika kokuyor, değil mi? Şimdi bu güzel kokulu karışımı bacaklarınıza ve ayaklarınıza sürün. Salatalık cildinizi nemlendirecek ve genişleyen kan damarlarının daralmasına yardımcı olacak. Süt ise ayaklarınıza ve bacaklarınıza parlaklık verecek. 5 dakika bekleyin ve yıkayın.

6. Maske

Ayaklarınıza bol miktarda yoğun bir nemlendirici sürün. Sonra da ayaklarınızı yemek saklar gibi, stretch film ile sarıp, sarmalayın. Kendinizi garip mi hissediyorsun? Temiz bir havluyu kaynar suya sokun ve çıkarın. Bir dakika kadar soğumasını bekleyin ve havluyu da ayaklarınıza güzelce sarın. Ayaklarınızın ter içinde kalmasına aldırmayın. Nemlendirici ve sıcaklık ayaklarınıza ilaç gibi gelecek.

7. Ojelenin

Ojenin etrafa bulaşmaması için parmaklarınızın arasına parmak arası süngeri yada elinle döndüreceğin selpakları yerleştirin. Şimdi ojenizi tırnaklarınıza sürmeye başlayabilirsiniz. Fırçada kalan ojeyi her seferinde şişenin ağzına sıyırarak temizleyin ki, üzerinde kalanlar diğer seferinde tırnağınızda minik baloncuklar oluşturmasın.

8. Ektiğinizi biçin

Artık açık ayakkabılarınızı gerine gerine giyebilir, gönül rahatlığınca dans edebilir ve ayaklarınızı herkesin gözünün içine soka soka tepinebilirsiniz.

Muhasebe -32-

Yarın 4 Eylül... Doğumgünüm... 33 yaşında olucam...

Bugün ise 32'nin son günü, yani muhasebeyi yapmam defteri kapatmam lazım...

Yarın yeni bir gün, yeni bir yaşın yeni bir yılın ilk günü... MySpace Layouts



Umarım yeni yaşımda herşey güzel olacak, acı günler geçmişte kalacak...

Bu yıl neler oldu kısaca...

Aslında akılda kalacak bir kaç şey oldu da en önemlisi Babaannemin vefatı...
Hala kabullenemiyorum sanırım...
Hayatımın bu kadar değişeceğini düşünmezdim hiç...


Diğer konulara kısaca göz atalım:

İş:
Ne yalan söyleyeyim, anca yeni yeni kendime geliyorum... Bu aralar gene iş bakıyorum, ama
nedir olayım "ben iş aramam, iş beni bulur" ;)
Nitekim nisan- mayıs aylarında Tina ile 60. Yıl lisesinde yardımcı öğretmen olarak çalıştım...
Güzeldi, eğlenceliydi... Ama öğretmeliği hala düşünmüyorum!! (TEGV dışındakileri ;) ) TEGV demişken, orada da bahar ve yaz döneminde ders verdim... Şimdi sonbahar döneminde ne olacak bakalım...

Onun dışında bir kaç çeviri yaptım o kadar...
Artık para getirecek bir takım işler yapmalıyım sanırım....

Aşk:
Geçen doğumgünümde bir erkek arkadaşım vardı, kasımda sanırım, o bitti... O şahıs şimdi(eskisi gibi) iyi arkadaşım,, hatta sanırım "dostum"...

Sonrasında önemsiz ve hatta gereksiz flörtler...
Ta ki Haziran ayında dek... Bu defa bir sevgilim oldu... İbo...
Oldukça iyi anlaştığımızı düşünüyorduk... Gene gelecek planları ve sonrasında gereksiz ve yersiz bir "yanlış anlama" ve (şimdilik) hüzünlü son...
Aklım hala almıyor, böylesine düzgün giden bir ilişki nasıl böyle bir son a yenilip gitti...

Bu sene doğumgünüme kalbim dolu ama sahipsiz olarak giriyorum...

Seyahat:
Yılbaşında sonra yani bayramda bizimkilerle Prag'a gitmiştim...
Sonrasında 1 Lale'nin işi 1 kere gezmek için İstanbula gittim (bakınız eski postlar)
Yazında bir kaç kere Çeşme... Çoğu da bebekleri görmek için...
Haa haziranda da bir kere Gümüldür'e gittim annemle, Maria teyzenin doğumgününü kutlamaya , oradan da denize girdim...

Sağlık :
Şükür bir sorun olmadı (psikolojimin bozulması dışında :P )
Bir süre rejim yapıp zayıflamayı denedim (bkz eski postlar) ve onu da bıraktım... Az buçuk zayıfladım gerçi.. Hala onu koruyorum (sanırım)



Sonuç: bu sene iyi geçmedi, o yüzden çabuk bitsin
33 güzel geçsin!!!!




This page is powered by Blogger. Isn't yours?


adopt your own virtual pet!