16 Ağustos 2007

3 yazı, 3 yazar

14/08/2007 Emin ÇÖLAŞAN

Vay vay vay!..

ELİMDE İstanbul'da haftalık yayınlanan bir İslamcı dergi var. Seçim sonrasındaki iki ayrı kapağını burada görüyorsunuz. İlkinde Anıtkabir'e kilit vurulmuş ve altı ok, Atatürk'ün mezarından ceset halinde çıkarılıyor.

Bir sonraki kapakta ise altı ok şöyle tanımlanıyor: (Aslında Cumhuriyet rejimine küfrediliyor!)

"Dinsizlik, Halk Düşmanlığı, Fahişelik-İbnelik, Ayyaşlık-Hırsızlık, Batıcılık-Hayvanlık, Vatan Hainliği."

* * *

Derginin Anıtkabir kapaklı sayısında, 19. sayfada bir haber. Bunları sizlerden özür dileyerek aynen veriyorum ki, herkes pisliğin boyutunu görsün. Haberin başlığı: "Dayılanan pezevenge kurşun yağdı."

"Kayseri'de seks dükkanı açarak Müslüman halkımıza meydan okuyan pezevengin kerhanesi kurşunlandı. Kayserili Müslümanlar bu orospu çocuğunun açtığı seks dükkanına giderek 'Ananın porno filmi var mı, eğer gelirse biz satın alacağız. Ananın donunu da dükkanın girişine as' dediler.

Şimdi biz laiklerden öğrendiğimiz yöntemlerle para kazamayı öğrenen bu orospu çocuğunun anasının filminin vizyona giriş haberini bekliyoruz.

Müslüman Kayseri halkı bizi yanıltmadı ve pezevengin işyeri kurşunlandı. Onları tebrik ediyoruz.

Gün geçmiyor ki Laik Cumhuriyet'in Allahsız ve ahlaksız rejiminin pislikleri görülmesin. Cumhuriyet kazanımları!

'İlke ve inkılapların' oluşturduğu bu manzara karşısında biz intikam yemini ettik.

Tek tek ve topyekun, hesabını bu dünyada görmek üzere Allah'tan memuriyet diliyoruz."

Bu yayınlar (hem de "Müslümanlık" adına) İstanbul'da Valiliğin, Savcılığın, Emniyet ve öteki ilgili makamların gözleri önünde yapılıyor.

Devlet var mı? Var, var!





16 Ağustos 2007 Ertuğrul ÖZKÖK


Çölaşan'la veda yemeği


ÖNCEKİ gün İzmir’de Deniz Restoran’da Emin Çölaşan’la yemek yedik.

Emin’le zaman zaman bu tür yemekler yer, sohbet ederiz.

Bu defaki sohbetimizin niteliği farklıydı.

Hürriyet olarak Çölaşan’la el sıkışacaktık.

Tahmin edersiniz ki, benim için zor bir sohbetti.

Emin’le Hürriyet’te aşağı yukarı aynı yıllarda çalışmaya başladık.

Ben gazetenin Ankara temsilcisiydim, o da haftalık sohbetler yapıyordu.

İkimiz de aşağı yukarı aynı yıllarda günlük yazı yazmaya başladık.

Bazen aynı görüşlerde birleştik, bazen de çok farklı noktalarda yer aldık.

Son yıllarda Çölaşan’la Hürriyet arasında bazı sorunlar çıkmaya başladı.

Sonunda iş, gazetenin kurumsal kimliği ile çatışma noktasına geldi.

* * *

Hemen aklınıza şu soru gelecektir.

Acaba siyasi bir mesele mi?

Hayır kesinlikle böyle bir şey yok.

Öyle olsaydı, yazar kadromuza Yılmaz Özdil gibi Türkiye’nin en çok okunan, en muhalif seslerinden birini katmazdık.

Öyle olsaydı, Oktay Ekşi, Bekir Coşkun, Tufan Türenç, Özdemir İnce, Yalçın Doğan, Yalçın Bayer gibi güçlü muhalif yazarlar bu logo altında yazıyor olmazdı.

Çölaşan geçen 20 yıl boyunca istediği her şeyi yazdı.

Yüklü tazminatlar ödeme pahasına bunlara ses çıkarmadık.

Hürriyet bundan 5 yıl önce yeni yayın ilkelerini belirledi.

Bu ilkeler, yeni ve çağdaş bir yayıncılık anlayışının temel taşlarıydı.

Kişi hakları, hakaret, takıntı gibi konularda daha titiz bir yayıncılık sürdüreceğiz.

Bunda kesin kararlıyız.

İşte bu noktada Çölaşan’la bazı anlaşmazlıklar çıkmaya başladı.

Hepimiz o kurumsal kimliğe saygı göstermek, onun koyduğu yayın ilkelerini benimsemek zorundayız.

Peki yazarların bunu kabul etmeme hakkı yok mu?

Var elbet.

O zaman yapacağımız iş, kendimizce daha uygun gördüğümüz bir yerde mesleğimizi devam ettirmektir.

* * *

Türkiye çoğulcu bir ülke.

Bu ülkede gazete olarak sadece Hürriyet yok.

Gazetelerde muhabirlerin işine son verildiği gibi, yazarların da verilebilir.

Genel yayın yönetmenlerinin de...

* * *

Herhalde Çölaşan’la sohbetimizin nasıl bir havada geçtiğini merak ediyorsunuzdur.

Bana göre her zamanki üslup ve samimiyet içinde geçti.

Daha çok ben konuştum, o dinledi.

Sonunda yine el sıkışarak ayrıldık.

Tabii hem 22 yıllık arkadaşlık hem genel yayın yönetmenliği açısından hüzünlü bir ayrılık olduğunu söyleyebilirim.

Dün Emin Çölaşan’ın ayrılması dolayısıyla verilen tepkilere baktığımda şunu anlıyorum.

Hürriyet bu ülkenin en temel üç beş müessesesinden biri.

Şöyle yakın döneme bir göz atın.

Türkiye’nin en muhalif seslerinden biri Necati Doğru’nun Sabah Gazetesi’nde işine son verildi.

Benim hatırladığım tek satır yazı çıkmadı.

Daha geçenlerde Yılmaz Özdil, Sabah’tan ayrıldı.

Çıt yok.

Bundan iki üç yıl önce Tuncay Özkan, Akşam gazetesinden kovuldu.

Kimsenin kılı kıpırdamadı.

Mehmet Barlas, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand ve daha başka kaç köşe yazarı çalıştığı gazetelerden çıkarıldı.

Birkaç arkadaşı dışında hatırlarını soran bile olmadı.

Onların her biri büyük yazardı.

O zaman...

Acaba yazdıkları gazeteler mi küçüktü...

Hürriyet’e gelince, işin rengi değişiyor.

Bir muhabirin işine son verilmesi bile olay oluyor.

"Büyük gazete" olmanın bedeli var.

Başkaları hep küçük kalmaya, kendilerini küçük görmeye devam ettikçe, biz olduğumuzdan da büyük görüneceğiz ve bu bedeli ödemeye devam edeceğiz.

* * *

Hürriyet şimdi önümüzdeki 10 yıla hazırlanıyor.

Kadrolar gençleşiyor.

Çağdaş yayın ilkeleri yerleşiyor.

Eski güçlü yazarlarının yanı sıra, yeni, genç ve güçlü muhalif sesler yükseliyor.

Kimsenin kuşkusu olmasın, biz iktidarlar karşısında en güçlü müessese, en güçlü ses olmaya devam edeceğiz.

Emin Çölaşan’a gelince...

O güçlü bir kalemdir.

Türkiye’de birçok gazete var. Mutlaka bir başka gazetede sesini duyurmaya devam edecektir.

Türkiye çoğulcu bir toplum.

Burada olmazsa başka yerde.

Başkaları oralarda olmazsa, burada...

Bu duygularla Çölaşan’a "Güle güle" diyorum.







16 Ağustos 2007 Bekir COŞKUN

Kürek mahkûmları...

BU yazıyı zor şartlar altında yazıyorum.

Telefonlar durmadan çalıyor, televizyonlar kapıda, haberciler durmadan bizden söz ediyorlar, benim ise söyleyecek çok sözüm yok.

Sözümü sadece size söyleyebilirim.

Olan şu:

Biz bir kayıktaydık.

Kürek arkadaşımı dalgalar aldı.

Bizim ulaşmak istediğimiz bir yer vardı. Söylene söylene, sızlana sızlana, adeta kendimizi kürek mahkûmu sayarak kürek çekiyorduk o yere doğru...

Orası; sadece bizim aydınlık ülkemizdi.

Çağdaş okulların bahçesinde, çocukların sevgi-barış-özgürlük şarkıları söyledikleri, karanlık merdiven altlarında tarikat kurslarının yer almadığı bir yer...

İtilmiş, yasaklı, suçlu, sakıncalı, haram, günahkár, aşağılanan, hiç sayılan kadınların olmadığı yurt...

Babaların evlerine güler yüzle ve alın teri sıcak ekmeklerle döndükleri...

Soygunun, hırsızlığın, talanın olmadığı bir yer.

İran’a, Suudi Arabistan’a benzemesini asla istemediğimiz... Şeriatçıların, tarikatların, laik cumhuriyet düşmanlarının karanlığa sürüklemelerini asla kabul edemeyeceğimiz mübarek-kutsal vatan...

Mustafa Kemal’in memleketi....

Bizim ülkemiz...

*

Ulaşmak istediğimiz yer burasıydı.

Emin Çölaşan artık yok.

Ne yapmalıyım?..

Bırakmalı mıyım kürekleri?...

Ben şimdiye kadar her şeyimi okurlarımla paylaştım. Evimizi, evimizdeki canlıları, kemanımı, şarkılarımı, sevdalarımı, sancılarımı...

Bilmezsiniz; yazılarımı onlarla birlikte yazarım ben.

Şimdi soruyorum:

Ne yapmalıyım.

Asılsam mı küreklere?..

Avuçlarım kanasa da, hırsımdan ağlasam da, o yere doğru tek başıma kalsam dahi çekmeli miyim kürekleri?

Yoksa, vaz mı geçsem kürek çekmekten?

Söyleyin dostlarım...

Ne yapmalıyım, ne?..


Henüz "çok" yorum yapacak modda değilim, belki sonra belki de hiç...

Ama bir gazetenin yazarlarının arkasında durması gerektiğine inanıyorum...

Sizin gazetede "moderasyon" yok mudur? Editörler olan biteni haber vermez mi? Yoksa herkes haberleri ve köşe yazılarını ertesi sabah "basılı" gazeteden mi öğrenir??

Ertuğrul Özkök, bana çok SAMİMİYETSİZ geldiniz...! Evet, gazetenizi, isminizi korumalısınız da bunun ne karşılığı ne verdiğiniz daha da önemlidir...

Sevgili Bekir Coşkun, bu soruyu kendinize sorduysanız zaten cevabınız belli bence... denge bozulursa kayık gider mi? Diğer yandan "tek kürek de olsa ilerleyeyim, hiç yoktan iyidir" size ters gelmez mi?

Öyle olsaydı "düzenin adamı" olurdunuz zaten... NEYSE ŞÜKÜR ki değilsiniz!!

Ama ne yaparsanız yapın, haklı olacaksınız.

Sayın Çölaşan, Sayın Coşkun; LÜTFEN SUSMAYIN!!!!


Comments:
yorumsuz :)

.....MEDYATAVA-TİRAJ ANALİZ: Emin Çölaşan'ın işine son verilmesi sonrası, perşembe günü tirajı aniden 30 bin düşen Hürriyet dün de 44 bin okur kaybetti. Cumhuriyet'te ise ani bir tiraj patlaması var. Bu da, adını Medyatava'nın koyduğu 'Çölaşan Etkisi'ne işaret...

Cuma günü (dün) Star hariç hiçbir gazete tiraj kaybemedi, aksine az da olsa her gazete tiraj aldı. Hürriyet'te ise 44.122 adet düşüş vardı. Önceki Cuma 560.809 adet satan Hürriyet dün net 516.687 sattı.

Bugün de (Cumartesi) birinci araştırma soncuna göre Hürriyet'in tiraj düşüşü sürüyor. Geçen cumartesiye göre 50 bin civarı eksi var. Geçen cumartesi 661.489 satan Hürriyet, bugün 610 bin civarı satıyor.

Üstelik Hürriyet'in önceki gün iddialı bir promosyon başlattığı da gözönüne alınırsa bunun adı artık kesinlikle Çölaşan Etkisi......
 
bu iğrenç, zavallı dergiye göre, dinsizlik, halk düşmalığı, fahişelik, ibnelik, ayyaşlık-hırsızlık, batıcılık, hayvanlık, vatan hainliği cumhuriyet ve mustafa kemal ile gelmiş bu ülkeye!

yani, dünya tarihinde antik çağlardan beri her toplum, millet ve ırkta görülen eşcinsellik Türkiye’ye Atatürk’le gelmiş, yuhh! eşcinsel padişahların oğlan haremlerinden de haberleri yok bu salakların, ya da hamam oğlanı deyiminin kökeninden. vatan hainliğ konusunda hangi dönem padişahlığın son yüzyıllarıyla yarışabilir ki!

bu arada bu zavallıların eşcinsellere ibne diyerek küfür ettiklerini zannetmesi konusuna hiç girmiyorum, kadına avrat desen de kadındır, hanımefendi desende kadındır, sadece bu kelimeler kullanan kişinin seviyesini gösterir!
 
Yorum Gönder



<< Home

This page is powered by Blogger. Isn't yours?


adopt your own virtual pet!