02 Kasım 2008

"Mustafa" üzerine...

Mehmet Tezkan
Yazara ulaşmak için : mtezkan@gazetevatan.com
Atatürk ve Marmara Denizi’ne benzeyen havuzu
Mustafa belgeseli kıyasıya tartışılıyor.. Eleştirenler üç noktanın altını çiziyorlar..

Diyorlar ki

Atatürk içki düşkünü gösteriliyor..

Diktatör gibi tanıtılıyor..

Yalnız adam sıfatı yapıştırılarak aslında halktan kopuk olduğu mesajı veriliyor..

Kimileri de ne var bunda diyor!

Bence de..

Öyle olması veya öyle gösterilmesi bu ülkeye yaptıklarını küçültür mü? Ona duyduğumuz minneti azaltır mı? Kurduğu cumhuriyeti değersizleştirir mi?

Devrimlerinin gücünü, etkisini azaltır mı?

Hayır!

Bugün kendimizi çağdaş, Batılı bir toplum olarak adlandırıyorsak bu Atatürk sayesindedir..

Ama içkiyi seven bir kişiliği olduğunun altının çizilmesi yanlış..

Niye ki..

Neyi gizleyeceğiz, neyi inkâr edeceğiz ki.. Evet içkiyi seviyordu, zevk adamıydı..

Bakın kılık kıyafetine.. Bir de çevresindekilere bakın.. 1900’lerde böyle giyinen bir adam zevk sahibidir..

Farklıdır..

İçki sofrası kurmak, dostlarıyla o sofrada buluşmak, sohbet etmek, müzik dinlemek, şarkı söylemek, dans etmek zevkleri arasındadır..

Her akşam içki sofrasına oturup bir büyük rakı içermiş.. Memleket meselelerini de bu sofrada konuşurmuş..

Eee, ne yapalım yani!.. Gizleyelim mi? Bu harf devrimini mi zedeler, TBMM’nin varlığını mı?

***


Atatürk, Ankara’da Orman Çiftliği’nin içinde bir köşk yaptırmış.. Köşk dediysem iki katlı minicik bir ev.. 1930’larda Almanlar tam karşısına daha büyüğünü inşa etmişler.. Bu iki bina da bugün MİT’e ait.. Küçük olan müze gibi korunuyor.. MİT diğerinde yabancı konuklarını ağırlıyor..

Atatürk’ün yaptırdığı bina kişiliğinin aynası.. İki kişinin anca oturacağı balkonun önüne küçük bir havuz yaptırmış..

Havuz, kare veya dikdörtgen değil..

Marmara Denizi şeklinde..

Marmara Denizi’nin kopyası..

İstanbul’u özlediği zaman köşke gelir, balkonda oturur, Marmara Denizi’ne benzeyen havuza bakarak içkisini yudumlarmış!

Farklı bir adamdı..

Farklı olmasa yoktan yeni bir devlet inşa edebilir miydi?

***


Kimileri de diktatördü diyor!

Diktatör kötü bir kelime, gelin tek adamdı diyelim.. Dediği dedikti..

Meclis’te cumhuriyet rejimi görüşülürken çatlak sesler çıkınca, bu uğurda çok kelleler kesilir demedi mi?

Böyle demese cumhuriyet kurulabilir miydi?

Hilafete son verilir miydi?

***


Diyorlar ki demokrasiyi getirmedi.. 1920’lerden söz ediyoruz.. Nüfusunun sadece yüzde 10’u şehirlerde yaşıyordu.. Okuma yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 90’ların üzerindeydi..

Ne demokrasisi!

Demokrasi açlık, yoksulluk, cahillik üzerine inşa edilemez.. İyiyi, kötüyü, doğruyu, yanlışı ayırabilmesi için toplumun belli bir gelir ve kültür seviyesinde olması lazım..

Demokrasi başka türlü yürümez!

***


Gelelim yalnız adam meselesine..

Yaşadığı toplumdan, çevresinden, arkadaşlarından 50 yıl ileride olan beyin nasıl yalnız olmaz ki.. Kalabalıkların içinde bile yalnız olur..

Etiketler: ,


03 Ekim 2008

Şeker bayramı niyetine...


'Bazı şehirlerimizde, meselâ Erzurum'da, çay içilirken şeker çaya karıştırılmıyor, kıtlama yapılıyor. Bunun çıkışı ise çok ilginç… Eskiden meselâ İran'da çaya tatlandırıcı olarak hurma ve üzüm katılıyordu. İngilizler İran'a şeker satmaya kalktıklarında bunu başaramadılar. Sonra İranlı Mollalarla irtibat kurdular. (İranlı Mollaları bizim Diyanet İşleri Başkanlığı gibi düşünelim.) İngilizler Mollaların vereceği fetva karşılığında kazancın % 10'nu teklif ettiler. Nitekim bir Cuma Namazı'nda (İran'da Cuma Namazları o bölgenin en büyük camisinde ve çok kalabalık olarak kılınıyor) Cuma Hutbesi'nde Mollalar şu vaazı verdi: 'Siz Allah'ın nimeti olan hurma ve üzümü nasıl olur da çaya katarsınız! Bundan böyle çaya şeker katacaksınız!' Bu vaazdan sonra İranlılar çaya şeker katmaya başladılar.

İşler yoluna girince İngilizler Mollalara verdiği % 10 payı satışların iyi gitmediği gerekçesiyle vermemeye başladı. Bunun üzerine Mollalar ikinci bir fetva verdi Cuma Hutbesi'nde: 'Gâvur icadı şekeri çaya katmak caiz değildir!...' Bu fetva üzerine İranlılar evlerindeki şekerleri sokaklara döktü… İngiliz firmaları bunun üzerine baktılar olacağı yok, Mollalarla yeniden masaya oturdu. Fakat Mollalar bu sefer % 20 pay istedi. İngilizler çaresiz kabul etti. Mollalar Cuma Hutbesi'nde bu sefer şöyle fetva verdi: 'Biz size çaya şeker katmayın dedik ama sokaklara dökün de demedik, şekeri sokağa dökmeyeceksiniz, şekeri çaya batıracak ve böylece gâvur icadı şekere boy abdesti aldıracak ve öyle içeceksiniz!! !'


Teşekkürler Seval ve Cankız Abla'lar :)

Cümleten "bol şekerli" bayramlar... tadı damağınızda kalsın ;)

Etiketler: , ,


09 Eylül 2008

İlan

Etiketler:


05 Eylül 2008

Yaş 35

OTUZBEŞ YAŞ ŞİİRİ

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

CAHİT SITKI TARANCI


Hayır, kabul etmiyorum, 35 benim İzmir yaşım!! Hatta 4 Eylül, TAM 35 (Allah buçukları göstertmesin :P) bilmiyorum belki bir kaç sene çakılır kalırım bu yaşta :P

Yolu yarılamak ne, doğrudürüst başlamadım bile Cahit Amca :(((

31 Ağustos 2008

Kandil kutlamacıları, dün neredeydiniz?

Son yıllarda her kandilde, hem de hiç tanımadığımız kişilerden şiirli, güzel sözlü kandil tebrikleri almak hayatımızın bir parçası oldu...
Her kandilde, cep telefonlarımız susmuyor, e-mail adreslerimiz bu tebriklerle dolup taşıyor...
Eskiden bu tür adetler yoktu, sadece yakın eş, dost, akraba birbirinin kandilini kutlardı.
Şimdi ise tanıyan-tanımayan herkes kandilleşiyor.
Asla rahatsız değilim insanların mutluluklarını paylaşmasından sadece sevinç duyarım.
Ama...
Kandillerde susmayan telefonumdan dün bir tane bile “kutlama” mesajı gelmemesine...
Bir Allah’ın kulunun bile internet aracılığıyla bayramımı kutlamamasına üzüldüm.
Dini günlerimizin coşkusunu paylaşmak güzel de...
Neden ulusal bayramlarda da sevincimizi, mutluluğumuzu, coşkumuzu paylaşmıyoruz?
Yoksa sevinmiyor, mutlu olmuyor, coşkulanmıyor muyuz?
Eğer yanıtınız “Evet”se, onbinlerce şehide saygısızlık etmiş olmuyor muyuz?


Mustafa Mutlu mmutlu@gazetevatan.com 31.08.2008




Kendi adıma, geçen kandili 1 mesajla kurtardım, 30 Ağustos içinse facebook üzerinden 2 mesaj aldım.

Kardayım ;)

Da kandilde bana niye şiirli manili mesaj atarlar onu anlamadım. O kadar mı yaşlandım??? :((((

G//B

Etiketler: , ,


30 Ağustos 2008

ŞERBETLE Mİ YİYECEKSİN LÜFERİ ?

Dönülmez akşamın ufkundayız azizim

İçki yasaklanabilir.
Açık söyleyeyim, bence mahsuru yok.
Ama rakı asla...

Çünkü takunyalılar öyle zanneder ama, aslında 'içki' değildir rakı.

Yurt sevgisidir örneğin.
İki tek attın mı 'n'olacak bu memleketin hali?' diye endişelenmezsin aksi olsa...
Tıp bazen çaresizdir, o ilaçtır.
Gurbete bile iyi gelir.

Kontörsüz muhabbettir.
Büst gibi oturan adamın bile çenesini açar, gülümsetir. Kahkahadır.
Hatıraları kaydeden hard disk'tir.

Botoks'tur bir nevi.
En kaknemi bile bir başka görünür gözüne.
Çirkin kadın yoktur, az rakı vardır... İçilir, güzelleşilir.

Herkesin gençlik hatası olabilir. Bira içersin.
Sonradan para kazanıp tenise başlayınca, şarap içmeyi matah zannedersin.
Amerika'da TIR şoförlerinin içtiği viskinin dublesine Etiler'de TIR parası ödersin, ayrı...
Ama kürkçü dükkânıdır.
Döner dolaşır, gelirsin...

Orhan Gencebay'dır.
Entel barlarda, sosyete kulüplerinde dinlemeye utanırsın... Ama hepimiz
biliriz ki, ezbere bilirsin... İstediğin kadar ağız burun kıvır, altın plağı hep o alır...
Tatlıses'tir. Realite'dir.

Çocuktur, ağlarsın. Hele beyaz 'p'eynir ile 'k'avun olursa sağında solunda.
Örgüttür.PRK...


Ama bölücü değil, birleştirici... Türk'ü de içer, Kürt'ü de, Laz'ı da... Sor
bak, Ermeni'si de, Rum'u da, Yahudi'si de...

AB'cidir.
Çünkü Rum öyle bir meze yapar ki, helali hoş olsun, Kıbrıs'ı veresin gelir...

Madem yasaklayacaksın rakıyı...
Neden balık avlıyorsun o zaman?
Şerbetle mi yiyeceksin lüferi?
Ne anlamı var deniz börülcesinin, rokanın, radikanın, cibezin... İnek miyiz biz?
Yoksa Şakşuka'yı şarkı mı zannediyorsun sen?

Yanlış şiir okuyorsun, hapse giriyorsun...
Oku bak ne diyor dünya güzeli Orhan Veli:

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum
Bir de rakı şişesinde balık olsam...


Yılmaz

22 Mayıs 2008

3 Çocuk- Tayyip

Tepkim geç olsun, güç olmasın :P


Etiketler:


This page is powered by Blogger. Isn't yours?


adopt your own virtual pet!