30 Mart 2006

Bir GÖBEK şiiri



Dostlar atisir da yigitler susar mi ?
Elma ilen armut, biftek yerini tutar mi ?
Âdem olan "light" marul yutar mi ?
Er kisi hazzetmez kepekten liften,
Zarar gelmez hiç ufak bir göbekten...




Doymus ile doymamis bir olur mu ?
Siratta kaloriden sual olur mu ?
Hiç Nutrasweet'ten baklava olur mu ?
Er kişi hazzetmez kepekten liften ,
Zarar gelmez orta boy bir göbekten...






Cosar su deli gönül börek, manti , pizzayla
Ürkütme gözünü hiç hacimle enle boyla
Elastik bir hayvandir mide, olur yayla
Er kisi hazzetmez kepekten liften
Zarar gelmez hiç tahti revan bir göbekten...




Çiçek dalda güzeldir, kuzu siste...
Üç beyazi tartismak bos bu iste
Fikirler degisir her yiyiste
Er kisi hazzetmez kepekten liften
Zarar gelmez kimseye MUHTESEM bir göbekten...




Noname

29 Mart 2006

Çatlak Testi


Çin'de bir adam, her gün boynuna dayadigi kalin sopanin iki ucuna asili testilerle dereden su tasirmis evine.. Bu testilerden birinin yan kisminda çatlak varmis...
Digeri ise hiç kusursuz ve çatlaksizmis ve her seferinde bu kusursuz testi adamin doldurdugu suyun tümünü tasir, ulastirirmis eve.. Ama her zaman boynunda tasidigi testilerden çatlak olani eve yari dolu olarak varirmis. iki sene her gün bu sekilde geçmis. Adam her iki testiyi suyla doldurmus ama evine vardiginda sadece 1,5 testi su kalirmis...
Tabi ki kusursuz, çatlaksiz testi vazifesini mükemmel yaptigi için çok gururlaniyormus...
Fakat zavalli çatlagi olan kusurlu testi, çok utaniyormus. Doldurulan suyun sadece yarisini eve ulastirabildigi için de çok üzülüyormus...

İki yilin sonunda bir gün, görevini yapamadigini düsünen çatlak testi, irmak kenarinda adama söyle demis: "Kendimden utaniyorum. su yanimdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar akip gidiyor..."

Adam gülümseyerek dönmüs ve; "Göremedin mi? yolun senin tarafinda olan kismi çiçeklerle dolu. Fakat kusursuz testinin tarafinda hiç yok. Çünkü ben
basindan beri senin kusurunu, çatlagini biliyordum...
Senin tarafina çiçek tohumlari ektim. Ve hergün o yolda ben su tasirken, sen onlari suladin.. 2 senedir o güzel çiçekleri toplayip, masami süslüyorum. Sen kusursuz olsaydin, o çatlagin olmasaydi, evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim" diye cevap vermis...

Hikayeden alacagimiz ders:
Her birimizin kendine has kusurlari vardir. Hepimiz birer çatlak testiyiz... Fakat sahip oldugumuz bu kusurlar ve çatlaklardir hayatlarimizi ilginç yapan,
mükafatlandiran, renklendiren...
Etrafinizdaki her kisiyi, olduklari gibi kabullenin..
Dislarindaki kusurlari degil,içlerindeki güzellikleri
görün...

26 Mart 2006

Brokeback Mountain

Yaa koptum...
Dün gece yemekten dönerken, bir arkadaşım "Brokeback Mountain" filminin İstanbul'daki kaçak CD'cilede adının "İbne Kovboylar" olarak çevrildiğini söyledi...(Sinemacılar daha tembel, doğrudan "Brokeback Dağı" yapmışlar!)

Hay aklını sevdiğimim Türk insanı :))) Valla eminim ki Amerikada etik vs. vs. sorunu olmayacak olsaydı onlar da filmin adını öyle koyarlardı :)))))

Yaani bugün gittim seyrettim, neden Oscar almadığını daha iyi anladım.. verselerdi Oscarlar hakkında süphelenirdim... Aslında film biraz da pek ilgi görmeyen, Amerikanın orta kesimlerinin reklamı değil mi?? :)

Filmin sonunda karar verdim, adamların ikisi de ibne ama Jack daha da ibne...
Ayy pardoonn gay mi demeliydiimm???? Adamlar filmde kendilerinde queer dediler zaten ;)

23 Mart 2006

Çanakkale'de İnsanlık Dersi


Baştanbaşa bir destandır Çanakkale.. Mehmetçiğin aslanlaştığı aynı zeminde şefkat kahramanı kesildiği.. yokluğun varlığa galebe çaldığı.. imanın zaferinin bayraklaştığı.. toptan bir milletin istikbalini pazara çıkarıp ölüm kalım mücadelesi verdiği yerdir Çanakkale...

Anlatılamayacak kadar çok harikulâde hadisenin vuku bulduğu, ehl-i keşfin işaretiyle, Rasûlüllah'ın da ruhaniyeti ile hazır bulunduğu Çanakkale hakkında pek çok kıymetli eser kaleme alınmıştır. Bu nadide eserleri okurken insan, kimi zaman göz yaşlarıyla, kimi zaman coşan bir gönülle, kimi zaman mahzun ve mükedder, kimi zaman da iftiharla olup bitenleri sanki bir sinema ekranından seyrediyormuş gibi olur ve 80 yıl önceki olayları hayalinde bir kere daha yaşar. Akıl almaz hadiseler, dehşetengîz olaylar zaman zaman insana gayri ihtiyarî "olamaz böyle şey" dedirtir.

Japonların maziden çok iyi ders aldıklarını, Hiroşima ve Nagazaki'nin bir kısmını II. Dünya Harbi sonundaki durumuyla aynen bıraktıklarını, çocuklarını önce modern fabrikaları gezdirip ardından bu iki şehri ve tahribin boyutlarını gezdirip göstererek, "Eğer siz, çalışmaz ve o modern fabrikaları daha da ileri götürmezseniz, birileri gelir yine sizin memleketinizi bu hale çevirir" şeklinde ders verdiklerini okumuştum. Tarihten ders alabilen milletlerin geleceğe daha güvenle bakacakları da bilinen bir gerçektir.

İşte Çanakkale, ders alacak o kadar çok yönü olan bir hadisedir ki, belki de Asr-ı Saadet istisna edilecek olursa bir benzeri görülmemiş bir mücadeledir. Evet o derslerden biri de imanla gerilmiş Mehmetçiğin akıllara durgunluk veren insanlık dersidir. Ateş çemberi içinde mürüvvet sergilemesi, şefkat ve merhamet kanatlarını sonuna kadar yerlere sermesi, aciz ve muhtaçların imdadına koşması eşine az rastlanır bir düzeydedir. Bu minvalde sayısız örneklerinden bir kaçını müsaadenizle arzedeyim...

* * *
Hüseyin isminde bir er yaralanmış ve sargı yerinde tedaviye alınmıştı. Anca

21 Mart 2006

Osmanlı'nın Kıyafeti

Bir Zamanlar

19.yüzyilda Almanya'nin Mülheim sehrindeki Ren nehrinin bir
yakasinda Almanlar, öbür yakasinda da Fransizlar oturuyordu.
Fransizlar, her sene nehrin Almanlardaki kismina geçip mahsulün tümünü
toplayip götürüyorlardi.
O siralar, birligini temin edemeyen güçsüz Almanlar ise buna
fazla sesi çikaramiyorlardi tabi. Her sene böyle olunca
çareyi Osmanli Sultanina durumu yazip, imdat istemekte bulurlar.
Mektupta söyle demektedir:
"Fransizlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden
aliyorlar.
Siz ki, dünyaya adalet dagitan bir imparatorlugun sultani,
Islamiyetin
de
halifesisiniz.
Bizi su zulümden kurtarin. Asker gönderin.Ürünlerimizi bu sene
olsun
toplama imkani saglayin."
Çöküs faslina girildigi bir zamana denk gelen yardim istegini
inceleyen padisah asker göndermeyi mümkün ve gerekli görmez; >
yalnizca asker elbisesi göndermeyi
kafi bulur ve cevabi bir mektupla beraber içi askeri elbise
dolu üç çuval yollanir.
Saskina dönen Almanlar, çuvali alip mektubu okurlar:
"Fransizlar korkak adamlardir. Onlara yeniçeri göndermemize
gerek > yoktur.Yeniçerimizin kiyafetini görmeleri kafidir.
Çuval içindeki Osmanli askerinin elbiselerini adamlariniza >
giydirin. Mahsul zamani, nehrin görülecek yerlerinde dolastirin. >
Karsidan gören Fransizlar için bu kafidir."
Bag bahçe sahipleri hemen Osmanli askerinin kiyafetini
kapisirlar. Hasat vakti büyük bir heyecanla yeniçeri kiyafetinde, nehir
kiyisinda dolasmaya baslarlar.
Ertesi gün, karsidan gelen haber, Almanlarin sevinç çigliklari
atmalarina sebep olur:
"Osmanlilardan imdat geldigini düsünen Fransizlar, korkudan >
köylerini
de terkederek iç kisimlara dogru kaçmaktalar.
Mahsulünüzü rahatça toplayabilirsiniz. Zulüm sona
ermistir."
Bu olay, Mülheimlilarin gönüllerinde taht kurmustur.
Giydikleri yeniçeri kiyafetlerini, daha sonra Mülheim'a bagli >
Karlsruhe müzesine koyup ziyarete açarlar.
Sehrin en yüksek binasina da Osmanli bayragi asarlar.Ayrica,
halen > olayin yildönümünde de sehirde bir karnaval düzenleyip
hadiseyi > temsilen kutlarlar.
Bu olay Osmanli'nin sadece bir yeniçeri kiyafetiyle Almanlari
Fransizlarin elinden ve talanindan nasil kurtardigini gösteren >
maziden
elmas bir tablo olarak kalmaktadir...

Bir de simdi ki Türkiye ye bakin, bizi ne hale getirmisler, bizi
yönetenler...

Öğrenci Evi

Öğrenci evi demek, bir eve ait tum tabuların
yıkılabilirliği demektir.

posterler ve duvar saati tavanda durur, portakal
kasasında plaklar, en metalcilerin evinde bile dallı
güllü koltuk örtüleri, balkonda depozitosu bir kirayı
karşılayacak kadar boş efes şişeleri, üst daireden
kaçak çekilmiş kablolu tv,

mutfakta biri diğerine hiç benzemeyen bir yıgın tabak
ve promosyon harry potterli ya
da bira markası amblemli bardaklar, yerdeki siyah
minderlerle tezat evin
demirbaşı koca kollu avizeler, her odada minimum
yirmi beş yaşında olan farklı farklı perdeler,

dikey ve yatay tıkıştırılmış kitaplarla ve
onlardan kalan yere konulmuş yarısı yakılmış mumlar,
bir iki kızılderili kartpostalı, kinder ya da toto
oyuncağı,
ne alırsan bir milyoncudan dayanamayıp alınmış
tornavida seti ya da kerpeten,
tuvalette muhakkak bir iki dergi,

tuvalet kapısında yaratıcılığa bağlı bir iki uyarı ya
da bilgilendirme notu.

ögrenci evi zil sesinin gunun her saati
duyulabileceği, istiab haddinin tahmin edilemediği ve
bir gece uyumak için
kalan insan sayısı rekorunun sürekli yeniden
kırıldığı neşeli ve samimi bir
ortamdır.

öğrenci evinde kimse kül döktü diye utanmaz. öğrenci
evinin her köşesinde
yatılabilir. her saat kalkılabilir.

kahvaltı 16.00' da öğlen yemeği 22,00
de ve akşam yemeği de 03,45 de yenebilir.

normal evlerin tersine faturalar senede dört ya da
altı kez ödenir. bu
ödemeler arası bazı günler, mum ışığında muhabbetle
ve camiden su
taşırken hem eğlenmek hem küfretmekle geçer.

öğrenci evinde hep fazladan giysi olur. Gelen unutur
giden unutur, kocaman bir
misafirden kalan eşyalar listesi olur.

öğrenci evinde 24 saat kesintisiz muhabbet olur.
vardiyalıdır, yorulan gider yatar yerini uyanan alır.


öğrenci evi, king demektir, tabu demektir, risk
demektir, efes fıçı demektir, kirli çarşaflarda
huzurlu uyku demektir.

sen bacısın ben kardeş yirmi kişi aynı odada
uyuyabilmek demektir. perdelerdeki sarı sigara dumanı
lekelerine bakıp
görmemektir.

öğrenci evi, bes sene elektrik süpürgesi ile
tanışmasa dahi asla tozlanacak kadar yalnız
kalmayan evdir.

öğrenci evi, öğrencilikten çıktıktan sonra kıymeti
onbine katlanan bir gençlik ateşi şöminesidir. artık
bir okulda kaydın yoksa ama ssk' da sicil
numaran varsa, ne kadar kasarsan kas ne o gümüşlüğünü
tek
kolonlu roadstar marka dandik müzik setiyle
değiştirebilirsin ne de o yağlıboya tabloyu indirip,
duvarına bantla dünyayı kurtaran adamı
yapıştırabilirsin.

öğrenci evi dört ila on yıllık bir saltanat
sarayıdır.

bunu evden mezun olmayan anlamaz!


--netten anonim bir yazı ;)
ama doğru da diyorrrrr!!!!

17 Mart 2006

Her şey sende gizli



Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif...
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerin uzağı gördüğü kadar genç...

Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin...

Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün...

Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi
Sevdiğin kadar sevileceksin

Güneşin doğuşundadır
doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakilere değer verdiğin kadar
insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana
güvendiği kadar inansın

Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiliye hasret kaldığın kadar ona
yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak

Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin
İşte budur hayat
İşte budur yaşamak
bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda
aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar
çabuk
unutulursun ...

Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi
öğrendiğin kadar bilirsin
Bunu da öğren
'Sevdiğin kadar sevilirsin'...

Can YÜCEL

07 Mart 2006

Siberalem Profilimden....


Malumunuz, zaman zaman (ki artık çok az zaman) Siberalem.com a da takılırdım...

Ha birşey çıktı mı? Evet, bir sürü iyi arkadaş ve bir kaç dost... Başka...? ı-ıhh, elde var"0" ;)

Bugün, artık gruplarım olmasa, oradaki bazı arkadaşlara başka ulaşım yolum olmasa orada kalır, orayı açar mıydım? HAYIRRR!!!!

En sevdiğim, kendimce en başarılı bulduğum ve sanırım "hala" beni anlatan bölümler:


Kendinizi Anlatın:
Ama ama bu zor bi seyy.. hic bir sey tek yönlü degildir kii, maksat (simdilik) muhabbet olsun :)) Burda aşk, sevgili ARAMIYORUM!! arayan arkadaşlar lütfen diğer profillere doğru yönelsinler... zaten aramayla bulunmaz, gelirse eywallah! bana "ukala, kıl, gıcık" mı diyeceksiniz??? gerek yok, öyle olduğumu biliyorum :))) kalanlar, bu hallerimi de sevenler yeter :))
Bu arada sanalda da reel takılırım.. bu ne demek mi? burada bende ne görüyorsanız gerçek hayatta da onu bulursunuz.... (tamam ukala bulanların bazıları sever beni tek fark o :P)
Hepimiz kızgın tavadaki kar tanesiyiz, eriyene dek iyi vakit geçirelim işte :)

Aradığınız Arkadaşı Anlatın:
zeki,akıllı, anlaşılır, acik (clear) ve muhabeti iyi olsun... eğitimli,kültürlü,hoş olması da ayrıyetten artı puan kazandıracaktır o ayrıı... (lacivert gözlüler +50 puana daha yazmadan kavuştular :))) )
tipe bakmıyorum kafalar dolu olsun yeter :)(buna kimse neden inanmıyo yaa??:P)
#Twix tadında olsun diycem anlamayacaksınız, ben de şimdi açıklayamayacağım, demedim sayın.... sadece twix yerken ne özelliği diye var diye düşnün:P cevapları merakla dinleyeceğim :)#Ha bu arada; boyuma kiloma laf atarak tanışmayı düşünenler, "buldum seni" diyenler... ilk değilsiniz... orijinal olun :P :)) #Sadece "selam " diyenlere "selam", gene sadece "merhaba" diyenlere"merhaba"... haydi şimdi 2. cümleden başlayın ama sakın bu "nasılsın(ız)?" (saygılı olma ihtimaliniz var ya siz ne de olsa centilmensiniz:P) olmasın :)))) #Sex için mi bana yazacaktınız? zahmet etmeyin, monitör sevişgeni değilim...(tamam liste yapmicam sevmiyosunuz biliyorum....)

Fıkra---> sevdim bunu :)

Bektaşi Cuma' ya gitmiş. Camide hoca yüksekçe bir yere çıkmış boyuna nutuk atmakta...
Hem de şarap içenleri açıkça kınamaktadır. Bektaşi can kulağıyla dinlemeye başlamış.

Hoca devamlı "şarap içenler obur tarafta her turlu ceza görecek. Şarap içmeyenler her turlu sefa görecek... Hatta her birinin emrine kırk huri verilecek... Huriler şöyle güzel, böyle hoş, başka türlü mültefit... Şarap içenlerinse içtikleri her şişe şarap kıl köprüden geçerken boyunlarına asılacak! " demiş.

Bektaşi dayanamamış durduğu yerden seslenmiş: "Hoca efendi şişeler dolu mu olacak boş mu ?"

Hoca gürlemiş "Bre zındık sen dolu şişelerle obur tarafı meyhane mi sanırsın?!"

Bektaşi boynunu büküp itiraz etmiş: "İyi ama hoca, adam başı kırk huri ile sen de obur tarafı kerhane mi sanırsın!"

SEVGİ ÇEŞİTLERİ

Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış bu yazıyı...
"Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir" diye başlıyor.Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz diye soruyor. Sonra anlatmaya başlıyor:Sevgi üç türlüdür.

Birincinin adi "Eğer" türü sevgi.Belli beklentileri karsılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar.
Örnekler veriyor:
Eğer iyi olursan baban, annen seni sever.
Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim.
Eğer es olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim.

Toyotome en çok rastlanan sevgi türü budur diyor.Bir şarta bağlı sevgi. Karşılık bekleyen sevgi.
Sevenini, istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaat edilen bir sevgi türüdür bu diyor yazar. Nedeni ve sekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır.

Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne âşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi nefrete dönüşüyor.En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile "Eğer" türüne rastlanıyor.

Yazar bir örnek veriyor.
Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle “sınavları kazanamadın. Bir de utanmadan Hakone'ye gittin?” Diye bağırıyor. Delikanlı "Ama baba vaktiyle sende bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın” diyor. Baba daha çok kızarak delikanlıyı tokatlıyor. Çocuk da intihar ediyor.
Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı diyor yazar. Delikanlı babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı.İnsanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında. Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek bu genç adamın yaptığı gibi yaşamı sürdürmekle ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir diyor Masumi Toyotome. İlginç değil mi?

İkinci türe geçiyoruz. "Çünkü" türü sevgi.
Toyotome bu tür sevgiyi söyle tarif ediyor: Bu tür sevgide kişi bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır.
Örnek mi?
- Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin (Yakışıklısın).
- Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki.
- Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun.
- Seni seviyorum. Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki.

Yazar, Çünkü türü sevginin Eğer türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz hoş bir şeydir egomuzu okşar. Bu tür olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama derin düşünürseniz, bu türün "Eğer" türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki bu tür sevgi de yükler getirir insana.
İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artik ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yasama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer.
Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler.
Sınıfının en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler.
Üstü açık BMW’su ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler.
Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler.
O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi diye soruyor Toyotome."Çünkü" türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz diyor. Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var.

Birincisi; acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz korkusu. Tüm insanların iki yani vardır. Biri, dışa gösterdikleri öteki yalnızca kendilerinin bildiği. İnsanlar sandiklari kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse korkusu buradan doğar.

İkincisi de ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa endişesidir.Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı ayni kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artik çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne kurulmuş olduğundan bir günde ölmüş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş...

Japon yazar toplumlardaki sevgilerin çoğu "Çünkü" türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insani hep kuşkuya düşürür diyor.

Peki, o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?
Ve işte sevgilerin en gerçeği. Üçüncü tür sevgi benim "Rağmen" diye adlandırdığım türdür diyor yazar.

Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için!
Eğer türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için Çünkü türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan Bir şey olduğu için değil, Bir şey olmasına rağmen sevilir.

Güzelliğe bakar mısınız? "Rağmen sevgi".
Esmeralda, Quasimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına "Rağmen" sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya "çingene olmasına rağmen" tapar.Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insani olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karşılanması şartı ile.
Burada insanın, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine rağmen olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor.

Japon yazar yüreklerin en çok susadığı sevgi budur diyor.
Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir.

Bunun böyle olduğundan nasıl emin olursunuz? Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor. Su soruma cevap verin diyor.

Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? Kendi kendinize yaşamamın ne yararı var diye sormaz mıydınız? Devam ediyor Toyotome:
Su anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün. Dünya birden bire basinizin üstüne çökmez miydi? O an yasam size anlamsız gelmez miydi? Diyelim sıradan bir yaşamınız var. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatinizi nasıl yasardınız? Diye soruyor ve yanıtlıyor: Öyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yasayan ölü haline geliyorlar.

Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor Rağmen sevgiyi. Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni Rağmen türü sevgiyi su anda yasamaniz ya da bir gün bu sevgiyi bulacaginiza inancinizdir.

Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome.
Bugün yasadigimiz toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor.Çünkü herkesin sevgiye ihtiyaci var. Kimsede baskasina verecek fazlasi yok?diye açikliyor.

Anlatiyor: Yakinimizda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da ayni seyi baskasindan beklemektedir. Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?
Yazara göre, açligimizi biraz bastiracak kadar. Ve de yemek öncesi tadimlik gelen istah açicilar gibi. Bu minnacik tadim, bizi daha müthis bir sevgi açligina tahrik ve tesvik ediyor. Bu minnacik tadim sevgiye ne kadar muhtaç oldugumuzu anlatiyor. Büyük bir hirsla ana yemegin gelmesini ve bizi doyurmasinibekliyoruz. Hani nerede? Hepsi o. Ve asil çarpici cümle en sonda.

DÜNYADAKI EN BÜYÜK KITLIK, RAGMEN TÜRÜ SEVGININ YETERINCE OLMAYISIDIR. IYI DÜSÜNÜN..........

This page is powered by Blogger. Isn't yours?


adopt your own virtual pet!