23 Mart 2008

"Mumcu Suikastı'ndan 'Ergenekon Çetesi'ne" buyuran yazar...

Az önceki blogda bahsettiğim yazı bu... Ortalama zeka seviyesindeki düşünebilen bir kişinin bile itiraz edebileceği "sav"lar var bu yazıda...
Bilmeceyi bir de biz düşünüp çözelim... bakalım sonuç aynı mı çıkacak?

_________________________________________________________________



Tamer Korkmaz

tkorkmaz@yenisafak.com.tr
25 Ocak 2008 Cuma

Mumcu Suikastı'ndan 'Ergenekon Çetesi'ne…

Ergenekon adlı "terör örgütü"ne düzenlenen büyük operasyon "provokasyonlar zinciri"ni deşifre etmiş oldu. Danıştay Saldırısı'ndan Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasına; Rahip Santoro Cinayeti'nden Hrant Dink Suikastı'na, oradan da Malatya'daki hunhar eyleme kadar son dönemde gerçekleştirilen bu "gayrı nizami harp" tarzı eylemlerin hepsinin odağında "Ulusalcı Çete"nin yer aldığı ortaya çıkmış bulunuyor…

Ergenekon Çetesi, Dink'in öldürülmesinin ardından Orhan Pamuk ve Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'e de suikast düzenleyerek Türkiye'yi kaosa sürüklemeyi hedeflemiş…

Siyasilere/ünlü isimlere suikast hazırlıkları, büyük şehirlerdeki bombalı eylem planları ve nihayetinde oluşacak kaos ortamı sayesinde "muhtemel bir darbe"ye zemin hazırlamayı öngörmüşler…

22 Temmuz seçiminden önce eylemler planlayan Ergenekon'un bu "kâbus projesi"nin yanı başına geçen yazın Hudson Enstitüsü'nde kotarılan "kâbus senaryoları"nı bir koyuverin; iki resmin tek yumurta ikizi gibi durduğunu göreceksiniz!

28 Şubat'ın derin kalıntısı olan "Ulusalcı Çete"nin yanına da; Hürriyet'in 17 Ocak'taki (2007) "Aman Sincan Sanılmasın!" manşetinde anılan "Emasya Tatbikatı!"na ait tankların Çağlayan Meydanı'ndan geçme planını eklemeyi unutmayınız!

Cumhuriyet mitinglerinin organizatörü ADD Başkanı Emekli Org. Şener Eruygur'un da bir ucunda yer aldığı BÇG fişlemelerini; o fişlemelerin "silah üzerine yemin töreni" düzenleyen Albay Fikri Karadağ tarafından "13 bin 500 kişilik vatan haini listesi" adıyla güncellenmesini bulmacamızın "eksik kalan tarafı"na yerleştiriniz!

* * *

Ümraniye cephaneliğinden yola çıkan büyük çete operasyonunda gözaltındaki "Susurlukçu" Emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün, bir eski uzman çavuşu "tetikçi bulması için" Emekli Albay Fikri Karadağ'a yönlendirdiği dünkü Milliyet'in manşetinde yer alıyordu!

Ümraniye'deki el bombalarının sahibi "emekli astsubay" Oktay Yıldırım sadece kendisini çok seven Muzaffer Tekin'in değil; Veli Küçük'ün de kankasıydı…

Ümraniye'de ele geçen bombalarla Cumhuriyet gazetesine atılanlar ikiz kardeşti!

Bombalama olayı ile eş zamanlı olarak Cumhuriyet "Tehlikenin farkında mısınız?" kampanyası düzenlemişti. Dikkat buyurunuz, Cumhuriyet bu olayın üzerine ısrarla gitmedi, hâlâ daha gitmiyor!

Gazetenin patronu "Gizli Amerikancı" İlhan Selçuk şimdiye kadar "bu üzerine gitmeme" hakkında tek kelime etmedi: İlhan Selçuk'un "Ulusalcı Ergenekon Çetesi"ne yapılan gözaltı operasyonu hakkında ne düşündüğünü de çok merak ediyorum, doğrusu…

Hikmet Çetinkaya, dün "Cumhuriyet gazetesi olarak Susurluk'un ayak izlerini taşıyan bu büyük gözaltının üzerine gitmeliyiz" diye yazıyordu!

Çetinkaya öncelikle gazetelerinin bombalanması olayının üzerine neden "gitmediklerini" izah etmek zorunda…

Cumhuriyet, "Ulusalcı Çete" hadisesinin de üzerine gidemez; daha doğrusu gitmez!

"Gideriz" diyorlarsa buyursunlar…

* * *

Uğur Mumcu Suikastı'nın yıldönümüydü, dün…

Cumhuriyet'in manşetinde "Mumcu'nun katledilişinin üzerinden 15 yıl geçti, tetikçilerin ardındaki asıl güçlere ulaşılamadı" cümlesi okunuyordu…

Cumhuriyet, Mumcu olayının perde arkasını öğrenmeyi gerçekten arzu ediyorsa öncelikle "arzın merkezine seyahat"e cesaret edebilmelidir. Cinayeti geçmişte defalarca "İslamcılar"ın üzerine yıkmış olmaları; gerçekte ne olduğundan hep uzak tutmaya yaradı, onları!

Nasıl bugünkü "Ulusalcı Çete" ile "Susurluk Zinciri" JİTEM'ci Veli Küçük marifetiyle birbirine bağlıysa; "Mumcu Suikastı" da "Susurluk Skandalı" ile yakın akrabadır…

Bu yollar nereye mi çıkar?

Artık egemenliğini yitirmiş bulunan "Amerikancı Derin İktidar"a çıkar, bütün bu Alacakaranlık Kuşağı!

Etiketler: , , ,


Ergenekon Destanı

Bir "Ergenekon" dur gidiyor gündem... Çook eskiden kalma edebiyat bilgilerimi yenileyeyim dedim, araştırdım webde destanı- burada da paylaştım sizlerle...

İlginç bir isim seçmiş "çete"ye ad koyanlar... Er gene kon... Er olan kim?
İsmi koyan sanki "çetenin yaptıklarını" onaylıyor... Çook sevgili başbakanımıza zıtlar mı ne :))
Araştırırken Yeni Şafak gazetesinde bir yazı gördüm, onu da az sonra koyacağım, "kıçımla güldüm" demek az bile kalıyor... da insan(cık)ların kafasının işleyişini de göz önüne koyuyor....

Ya ben "Atatürk Türkiye'sini" seviyorum- onunla ve birlikte yaşamak istiyorum...
yoksa ben de mi Ergenekon'cuyum??


ERGENEKON DESTANI

Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türklerin üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.

Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: ''Türkler'e hile yapmazsak halimiz yaman olur!''

Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, "Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar'' deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler'i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkler'i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.

O çağda Türklerin başında İl Kağan vardı. İl Kağan'ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kağan'ın bir de Tokuz Oğuz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oğuz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: ''Dört bir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.'' Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.

Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.

Türklerin vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye ''Ergenekon'' dediler.

Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oğuz'un birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oğuz'un daha az oldu. Kayı'dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.

Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon'a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: ''Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtla varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.''

Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: ''Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir. Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı'nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.

Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon'dan çıktılar.

Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kağanı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.

Ergenekon'dan çıktıklarında Türklerin kağanı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler gönderdi; Türklerin Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türklerin buyruğu altına girene kadar. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine'yi kağan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti'ni dört bir yana egemen kıldılar.


BOZKURT VE ERGENEKON DESTANI


Bozkurt Destanı ve Ergenekon Destanı, Büyük Türk Destanı'nın bir parçasıdır ve Gök Türkler çağını konu alır. Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı'nın ana çizgileri üzerine kurulmuş olup, bu destanın serbestçe genişletilmiş biçimidir diyebiliriz. Daha doğrusu Bozkurt Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu, Ergenekon Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve büyüyüş dönemlerini anlatmıştır. Çin tarihlerinin de yazmış olduğu Bozkurt Destanı'nın bittiği yerde, Ergenekon Destanı başlar. Bozkurt Destanı'nın devamı, Ergenekon Destanı'dır.

Etiketler: ,


21 Mart 2008

Midem Bulanıyor...

Hayır hamile falan değilim....
Sadece gündemi izliyorum...
Midem bulanıyor- kusmak istiyorum- fakat maalesef bunun bünyemden bu kadar kolayca atılabileceğini hiç sanmıyorum...

Çetecilik iddiaları - göz altına alınmalar- başörtüsü dayatması- bölücülük- tutturulan bir "din dersi" (ulan bizim müfredatta hep vardı, şimdi sorun ne??); Fettullah beybabaya af çıkması... TBMM (eski) başkanının (Bülent Arınç), Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını "aba altından sopa göstererek" tehtidi... RTE'nin AKP'nin kapatılmasını isteyenlere (her zamanki gibi) küstahça ve ukalaca "sert çıkması"...

nereye gidiyoruz...

yoksa sizin mideniz bulanmıyor mu?

02 Mart 2008

iki öküz hikayesi

Birincisi Sevgili Bekir Coşkun yazısının bir bölümü; 2. de onu okumamın akabinde aklıma gelen bir zamanında çok dolaşan bir fabl...


Ya biz ne zaman kaybettik (bazı şeyleri) acaba? Hoşgörü gösterdiğimizde mi?





YIRTICI hayvanlar, yeşil otlaklara doğru yol almakta olan buffalo sürüsünün zayıf anını beklediler.

Sürüde yavrular vardı ve yırtıcıların hedefi küçüklerdi.

Bir su kıyısında yırtıcılar bir yavruyu kaptılar, yavru başını çevirip annesini aradı, acı acı bağırdı. Görmeliydiniz, kaçıp kurtulmak için nasıl çırpındı.

Buffalo sürüsü durdu.

Önce düşündüler.

Doğa gözlemcileri, bu durumlarda genelde buffaloların her zaman kaçtıklarını tespit etmişlerdi.

Bu sefer buffalolar döndüler.

Yavruyu yere yatırmış, üzerine kocaman pençelerini koymuş yırtıcıların çevresini sardılar.

Yırtıcılar şaşırmışlardı.

Çevrelerinde siyah boynuzlardan bir duvar vardı. Biraz sonra buffaloların korkup dağılacağını umdular. Ama öyle olmadı, ilk hamleyi bir yaşlı buffalo yaptı, koca bir aslanı boynuzlarına taktığı gibi havaya fırlattı.

Yırtıcılar tek tek kaçmaya başladılar.

Sürü yaralı yavruyu alıp yoluna devam etti.

(Bakınız; http:/www.youtube.com/watch?v=LUDDz68kM)




Eski zamanların birinde bir otlakta öküz sürüsü yaşarmış. Ama çevredeki aslanlar da bir türlü rahat bırakmazmış onları. Hemen her gün saldırırlarmış sürüye. Öküz dediğin öyle yabana atılır bir hayvan değil ki, bir araya toplandılar mı kolayca defetmesini bilirlermiş o koca aslanları. Gün geçtikçe aslanları almış bir kaygı...

"Herhalde bize bu otlağı terk etmek düşüyor" demiş aslanlardan birisi. "Nereye gideriz" diye düşünürlerken sürünün en çelimsiz, ama en kurnazı topal aslan "Hayır" demiş, "Hiçbir yere gitmiyoruz... Ben hallederim bu işi." İnanmamış kimse ona ama "Bir şans verelim ne çıkar" diye düşünmüşler. Topal aslan elinde beyaz bayrak gitmiş öküzlerin yanına... Öküzlerin lideri olan boz öküz sormuş ne istediğini. Topal aslan "Saygıdeğer öküz efendiler.. Bugün buraya sizden özür dilemek için geldik" diye başlamış söze: "Evet size defalarca saldırdık, ama niye biliyor musunuz? Hep o sizin aranızdaki sarı öküz yüzünden... Onun rengi gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor... Verin onu bize, siz kurtulun biz de barış içinde yaşayalım!" Boz öküz, diğer önde gelenlerle görüşmek üzere geri çekilmiş... Hepsi de sıcak bakmışlar bu teklife... Bir tek yaşlı benekli öküz "Olmaz" demiş ama kimseye dinletememiş sözünü... Zavallı sarı öküz teslim edilmiş aslanlara... Sürünün selameti için bir öküz; gerekliymiş bu... Gerçekten de günlerce sürüye saldıran olmamış... Ama aslan milleti, ne kadar sabreder ki "Acıktık" demişler. Topal aslan boz öküzün yanına gitmiş: "Gördünüz ya biz aslanlar ne denli uysal milletiz... Yalnız büyük bir sorunumuz var! Şu sizin uzun kuyruklu öküz... Öyle uzun bir kuyruğu var ki nereden baksak görünüyor... O kuyruğu salladıkça bizim de aklımız başımızdan gidiyor... Gelin verin onu bize eskisi gibi barış ve huzur içinde iki taraf da hayatını sürdürsün..." Boz öküz yine istişare yapmış sürünün ulularıyla... Yine sadece benekli öküz olmuş karşı çıkan... Hepsi de "Verelim gitsin" demişler... Dışlamışlar uzun kuyruğu sürüden... Saatler sürmüş zavallının çırpınışları... Tekrar tekrar yinelenmiş bu olanlar... Her geçen gün daha da semirmiş aslanlar, alabildiğince güçlenmişler. Öküzler ise her geçen gün daha da zayıflamışlar, seyreldikçe seyrelmişler...Aslanlar küstahlaştıkça küstahlaşıyormuş. Artık bir neden bile söyleme gereği duymuyorlarmış. "Verin bize şu öküzü sonra karışmayız" diyorlarmış. Zavallı öküzlerin "Hayır" diyebilecek güçleri kalmamış... Hepsi birer birer can veriyormuş aslanların pençesinde. Boz öküz de aralarında olmak üzere birkaçı kalmış en sona... "Ne oldu bize, ne zaman kaybettik bu harbi aslanlara karşı, oysa ne kadar da güçlüydük?" diye sormuş biri boz öküze... Boz öküz, gözleri nemli ve sesi pişmanlıkla titreyerek, "Sarı Öküz'ü verdiğimiz gün kaybettik bu kavgayı!" demiş.



This page is powered by Blogger. Isn't yours?


adopt your own virtual pet!