30 Ekim 2006

"Ataturk" Leader of the century

Yüzyılın lideri demek az kalır sanırım... Nereden nereye, nasıl gelmişiz...
Elinize sağlık Emir Cerman

100. Post

Bloguma girdiniz ve şaşırdınız değil mi?? :)
100. mesaj ile birlikte biraz değişime soktum blogumu...

Nice 100'lere İnşallah, hep beraber




İzlemeye devam :)))

............................................




29 Ekim 2006

Ataturk'un Cumhuriyet'in 10. Yili Konusmasi

83. Yılda aynı coşku, düşünce ve inancı paylaşıyor olma dileğiyle...

29 Ekim


22 Ekim 2006

Göztepe'mizin Tarihi


Ben İzmir'liyim ve haliyle de Göztepeliyim...
Bunu söylemekten de her zaman mutlu ve gururlu oldum! Aileden de gelen bağlarımdan dolayı sanırım,1. ligde de olsa 3. ligde de tek takımım Göztepe...

Bu günlerde, liglerin en genç yaş ortalamasına sahip takımlarından biri Göztepe, çünkü 18 yaş civarı gençlerin top koşturduğu, olanaksızlıklardan dolayı transfer yapamayan ve borç içinde yüzen buna rağmen taraftarının desteğini kesmediği bir takım oldu Göztepe...

Bence fanatiklik bu demek... Herşeye rağmen pes etmemek... Alayına isyan ölümüne Göztepe!!!

Benim için, ligi farketmez, her zaman yenmemiz gereken takım K.s.K, düşmanlığımız da bitmez....

Bu günlerde takım el değiştirdi, Göztepe A.Ş.'yi Göztepe Kurtuluş Platformu aldı ...Umarım başarılı olurlar...


ŞANLI GÖZTEPE ' mizin kısaca tarihçesi:

Izmir'in futbolla tanismasi yüzyilin baslarina rastliyor. Türkiye'de futbolun oynandigi ilk sehirdir Izmir. Kentte sosyal yasam, sanayi ve ticaret gibi, fubol da yabancilarin egemenligindedir. Dönemin maçlari Apollon, Pelops, Evangelidis, Midilli gibi Yunan-Ingilis-Ermeni karisimi takimlarla yapilmaktadir. Izmir'in ilk spor kulübü olarak Karsiyaka 1912'de kurulur. 1914'te onu Altay izler... Altay futbolda, kisa sürede kentin en basarili takimi haline gelir. Fakat basari çekismeleri de beraberinde getirir. 1923'teki Ankara seyahati sonrasi Dönertas grubunun ayrilmasiyla Altinordu kurulur. Ama huzursuzluk sona ermez. 1925'te bu kez Aydin'a giden kafilede, tren yolculugu sirasinda tartisma çikar. Aslinda o seyahatten önce de, Altay'da Alsancaklilarla, Kokaryalilar'in (Güzelyali) arasi açiktir. Trende tartisilan olayin ne oldugu hala bilinmez ama iki grubun taraftarlarinin birbiri oyunculari aleyhine yapilan tezahürattan bu kavganin çiktigi söylenir. Sonuçta Nebil ve Vefat kardeslerle, Ferit Simsaroglu, Necati, Ferit, Nüzhet ve Muzaffer beyler, yeni bir kulüp kurma fikrini benimserler.

Kuruluş 14 Haziran'da
Gayriresmi olarak bugünkü Göztepe'mizin temeli böylece atilmis olur. 14.06.1925'te yapilan ilk kongrede Göztepe'mizin fahri baskanligina o günün valisi Kazim Dirik seçilir. Idare heyetinde ise su isimler bulunmaktadir: Simsar Fehmi (Simsaroglu) Baskan, Turan Dirik 2. Baskan, Mühendis Aziz, Mustafa, Murteza, Serif ve Alaettin Beyler, Ahmet Özgirgin (Genel Kaptan), Adil Burgöz (Denizcilik Subesi). Mithatpasa Caddesi 1091 numarada, bir yöneticiye ait yillarca "kampevi" olarak kullanilan binaya yerlesen kulübümüz, 10 Mart 1966'da 1170 numaradaki Denizcilik Lokali'ne (bugünkü kulüp binasi) tasinacaktir. Kurulus kongresinde kulübümüzün adinin, semtin adi olan GÖZTEPE, renklerinin SARI KIRMIZI, formasinin çubuklu olmasi karara baglanir. Fuat Göztepe efsanesi Baslangiçta hayli dar olan kadro, daha sonra diger küskünlerin de katilmasiyla güçlenir. Altay'dan Göztepe'mize katilan son oyuncu, yine Alsancaklilarla anlasamayan Fuat Göztepe'dir. Okulda baslayan futbol hayatina Altay'in üçüncü takiminda devam eden Fuat Göztepe, bir maçta Dominico isimli Rum futbolcunun kendi yerine oynatilmasini hazmedemez ve 1931'de Göztepe'mize geçer. Göztepe'miz bu tarihte federe olmustur. Fuat Göztepe o dönemde, senede sadece bir veya iki kez yapilan milli maçlarda, toplam 5 kez A Milli Takim formasini giyer. Yunanistan'in Enonis takiminin 4-3 maglup edildigi maçta 4 golü de atarak destan yazar. Izmir mahalli kümesindeki ilk maçlarini, 1926 yilinda Altay, Bayrakli ve Hilalspor'un katildigi Beyaz Grup'ta oynayan Göztepe'miz, 1937 yilinda bir emrivaki ile karsi karsiya kalir. Dönemin Valisi Fazil Güleç, yakin semtlerdeki kulüpleri birlestirme karari almistir. Göztepe'yi, emir verip, "Doganspor" adi altinda Izmirspor ile birlestirir. Ayni dönemde Altinordu, Altay ve Buca "Üçok", Karsiyaka ve Bornova da "Yamanlar" adiyla birlestirilir. Birlesme önerisi kulüpler tarafindan pek hos karsilanmamistir, ancak Vali Güleç "Birlesmeyeni kapatirim" tehdidini savurunca baska çare kalmamistir.

İzmirspor'la Birleştik
Ne var ki birlesen Izmir kulüpleri, Güleç'in Balikesir'e tayini çikinca ayrilip yeniden eski isimlerini alirlar. Ilk yillar, yeni kulüp olmanin yokluk ve sancilari arasinda pek parlak geçmez. Öyleki Göztepe'miz Mahalli Lig'deki ilk sampiyonlugunu Izmirsporla birlestikten sonra Doganspor adiyla lige katildigi 1937 yilinda kazanir. Yani kurulduktan tam 12 yil sonra... 1941-1944 yillari arasinda kendi adiyla üç sampiyonluk daha kazanan Göztepe'miz, artik ulusal düzeyde de oldukça basarili maçlar çikarmaktadir. 1948'de Yunan sampiyonu Apollon'u yenip Göztepe'mize kupa kazandiran ekipte Mustafa Orçunos ile birlikte Seracettin, Mehmet Öktem, Nezihi, Arap Alaattin, Semihi ve Muhsin Avlar gibi önemli futbolcular da vardir.

İlk Şampiyonluk
Yil 1950... Istanbul sampiyonu Besiktas, Ankara sampiyonu Gençlerbirligi, Izmir sampiyonu Göztepe ile grup sampiyonu Izmit Kagitspor Türkiye Sampiyonlugu için karsilasmaktadir. Göztepe'miz Gençlerbirligi'ni 4-1, Kagitspor'u 3-0, Besiktas'i da 1-0 yenerek Türkiye sampiyonlugu kupasini Izmir'e kazandiran ilk takim olur. Sedat Çaglayan'in oynadigi 50'li yillarda Seracettin Kirklar'i, Sagbek Sümer'i, Kaleci Erdogan Akin'i ve diger kahramanlariyla Göztepe'miz, 1952-53'te yeniden Izmir sampiyonu olur. Bu arada profesyonellik resmen baslamistir. Mücadele önce mahalli profesyonel ligde sonra milli lig düzeyinde yapilmaktadir. Izmir ekipleri Istanbul maçlarina Bandirma'ya kadar tren, sonra vapurla, Ankara maçlarina da trenle, birlikte gitmektedirler. Çünkü cumartesi ve Pazar günleri iki maç oynanmaktadir. Bu dönemin Göztepe'si Istanbul'da, zaman Fenerbahçe, Galatasaray ve Besiktas'a karsi galibiyetler alabilmekte ve parlak gelecegin isaretlerini vermektedir.

Filibeli ve Süvari Ailesi
Izmir'in köklü ailelerinden ikisi, Göztepe Kulübünün gelisimine önemli katkilarda bulundu. Bunlar "Filibeli" ve "Süvari" aileleridir. Türkiye'de profesyonellige geçisin yasandigi 40'larin sonuyla 50'lerin basinda Izmir Ticaret Odasi'nin unutulmaz eski baskanlarindan Sevket Filibeli Göztepe'mizin baskaniydi. 1950 sampiyonlugu onun yönetiminde kazanildi. Sevket Filibeli Ticaret Odasi Baskani seçilince, iki isi birlikte yürütemeyecegi düsüncesiyle Göztepe Baskanligini genel müdürü ve is ortagi Sabahattin Süvari'ye devretti . Sabahattin Süvari de çok uzun süre baskanlik yaparak Efsane Takim'in olusmasina ve zaferlerine büyük katkida bulundu. Kardesi Adnan Süvari de harika takimin basarilarina teknik adam olarak imza atti. Abbas Göçmen Göztepe tarihinin, hatta Türk futbol tarihinin en önemli "kurt"larindan biridir. Kurt sözcügü Ingilizler tarafindan futbolda genç yeteneleri kesfedenler için kullanilir. Abbas Hoca Göztepe'mize bu alanda inanilmaz derecede büyük hizmet vermistir. Efsane takimdaki futbolcularin hemen hemen hepsini o kesfetmistir. Göztepe'mizin ilk profesyonel futbolcusu Koca Kaptan Gürsel Aksel'in agabeyi Güler Aksel olur. Imzayi attiginda henüz 20 yasinda olan Güler Aksel, Manisa Gençlik'ten Göztepe'mize transfer olmustur. 6 yillik profesyonel futbol hayatinin tümü Göztepe'mizde geçer. Zeki Çirpici Göztepe tarihinin en uzun süreyle yöneticilik yapmis kisisidir. Efsane Takim'in kurulmasinda ve yasatilmasinda çok ama çok büyük payi vardir. Rahmetli Gürsel Aksel, agabeyi Güler, Fikri Bayril ve Haluk 1000'er liraya transfer edilir. Zeki Çirpici, B. Mehmet'i ordu karmasi maçlarindan seyredip begenir. Fevzi Zemzem Iskenderunludur. Asker oldugundan Havagücü'nde oynuyordur. Nevzat, Karantina ile oynanan özel maçta kesfedilir. Halil Kiraz, Kaleci Ali Artuner ve Sedat Çaglayan'in yetismesinde Abbas Hoca'nin katkilari büyüktür. Ceyhan Yazar, Mehmet Iskal, Çaglayan Derebasi ve Nihat Yayöz'ü de o kesfetmistir. Göztepe'mizin sanli tarihi büyük basarilarla dolu. GözGöz'ümüzün özellikle 1960'li yillardaki büyük zaferlerde imzasi var. O yillari yasayanlar basarinin sirrini, "sevgi-saygi, dayanisma ve sir vermeme" olarak özetliyorlar. Bu anlayisla gelen basarilar Göztepe sevgisini Izmir ve Ege sinirlarini asip tüm ülkeye, hatta tüm dünyaya, Türkler'in yasadigi her yere ulastirir. Göztepe'miz 1964'ten 1971'e kadar, 5 kez Fuar Sehirleri (simdiki UEFA), 2 kez de Kupa Galipleri olmak üzere tam 7 kez Avrupa kupalarinda mücadele eder. Oynadigi 30 maçta, 10 galibiyet, 2 beraberlik, 18 yenilgi alir. Attigi 37 gole karsilik 48 gol yer.

Atletico Madrid Zaferi
Göztepe'miz Avrupa'daki ilk yillarinda deneyimizdir. 1964-65'te Göztepe'miz Romen Petrolül'e elenir. Ikinci yil 1860 Münih faciasi yasanir. Izmir'de 2-1 galip gelen GözGöz Münih'te sefilleri oynar ve elenir. Giderek deneyim kazanan Göztepe'miz, Anwers'le baslayan zaferlere imza atar. Bu yillarin en büyük zaferi kuskusuz Izmir'de Atletico Madrid'e karsi yasanmistir. 1967-68 Fuar Sehirleri 2. Turundaki o maçin bir numarali kahramani "Bombaci" Halil Kiraz o gün 3-0 kazandiklari maçta biri penaltidan iki gol atmisti. Attigi penalti golü ise kalecinin bakislari arasinda aglari yirtmisti. Göztepe'miz Atletico Madrid'i eler ama bir tur sonra Yugoslav Voyvodino'ya elenir. GözGöz'ümüz 1968-69 sezonunda kupanin en güçlü takimi olarak nitelendirilen OFK Beograd'la yaptigi ilk maçta 3-1 malup oldu. Bu Göztepe'mizi ümitsizlige düsürür. Ancak GözGöz rövans maçini 2-0 kazanarak 4. tura çikar. Hamburg çekilince 5. tura yani yari finale yükselmeyi basarir. Fakat Macar Ujpest Dozsa karsisinda tutunamaz, 1-4 ve 4-0'lik yenilgilerle elenir. Göztepe'miz 5 tur atlayarak 72 takim arasindan yari final hedefine ulasir. Ama yillar sonra Galatasaray 64 takimla 4 tur geçerek bu hedefe ulasir. Göztepe'miz bunu tamami yerli futbolcularla gerçeklestirmistir...

3.tura yükseldik
1969-70'te ise Göztepe'miz Kupa Galipleri'nde Galler'in Cardiff City takimiyla eslesti. Besiktas'in eski çalistiricisi Toschack bu takimda oynuyordu. Izmir'deki maçi Göztepe'miz 3-0 kazandi. Rövansta ise stat tiklim tiklim doluydu. Nasi olur da bir Türk takimi bizi yener diyen herkes oradaydi. Teknik Direktörümüz Adnan Süvari ilk defa o maçta adam adama markaj yaptirdi. Özer'i Toschack'in üstüne oynatti. Ali Artuner, 5-6 gol kurtarinca Göztepe'miz cesaretlendi. Fakat 75. dakikada yedigi golle Cardiff maçi 1-0 kazandi, turu atlayan taraf ise GözGöz oldu. Göztepe'mizin bu dönemdeki basarilari sadece Avrupa Kupalari'nda degildir. GözGöz'ümüz Türkiye Kupasini 1968-69 ve 69-70'te üst üste iki kez kazanir. Cumhurbaskanligi Kupasi'ni ilkinde Galatasaray'a karsi kaptirirlar ama, ikincisinde Fenerbahçe'yi Ankara'da 3-1 yenerek Izmir'e getirirler. Bu kupa Izmir'de ve Ege'de tek olarak kalir... Daha önce 5 yil kupaya uzanmaya çalisan Göztepe'miz büyük bir hayal kirikligi yasamistir. 1966-67 finalinde 2-0 önde götürdügü maçta Altay'la 2-2 berabere kalip, kupayi kura sonucunda Altay'a kaptirmistir. Ama bu arada ligde de üç büyük denilen stanbullularin korkulu rüyasi olup, sampiyonlugu zorlamis ve üçüncülük basarisi göstermistir. Göztepe'miz 1968-69 Kupa Finalinde Izmir'de Galatasaray ile yapilan maçi Ertan'in golüyle 1-0 kazanir. Istanbul'daki beraberlik de kupayi GözGöz 'ümüze getirir. Koca Kaptanimiz Gürsel Aksel sonraki yillarda bu finali söyle anlatir: "Istanbul'a ümitli gitmistik. Türkiye'nin en iyi futbol oynayan ekibi ünvanini koruyacak sekilde açik ve atak oyunu tercih etmistik. Ilk yariyi 23. dakikada yedigimiz golle 1-0 yenik bitirdik. 90 dakika da bu skorla kapandi. Uzatmalarda 91. dakikadan itibaren Galatasaray kalesine bir kabus gibi çöktük. 100. dakikada Nihat tek basina ataga kalkti. Ceza sahasina girdigi an bomba gibi bir vurusla topu aglara asti. Artik Istanbul seyircisi de bizi alkisliyordu. Maçin sonunda Antrenörümüz Adnan Süvari ve altin golün kahramani Nihat omuzlarimizdaydi." 1968-69 ve 1969-70 sezonlarinda basarinin zirvesine tirmanan Göztepe'mizde, rahmetli Adnan Süvari'nin futbolcularina asiri düskünlügü sonucu olusan tutuculugu, o günlerdeki yönetimin de buna seyirci kalisiyla, efsanevi kadroya taze kan verilmesi ihmale ugrar. Gerçi Özer Yurteri, Mehmet Türkkan (Fuji Mehmet) ve Ali Çaglar gibi gençler takima girmeyi basarmistir, ama üç kisi yeterli degildir. Efsanevi adamlar artik yaslanmistir. Göztepe'de basarili dönemlerin, Sabahattin Süvari baskanliginda, Zeki Çirpici, Ahmet Sevil, Muhittin Ekiz, Nuri Öz, Özdemir Boyar, Sakir Sözügür, Turan Atav ve Elhan Özgenel gibi agir toplardan olusan yönetimi artik yorulmustur. Görev yenilere devredilir. 1976-77'de Göztepe'mize oynanan oyunlarin da etkisiyle küme düsülünce, 77-78'de çikis için kollar sivanir. GözGöz'ümüz 1. lide geri döner ama bir sonraki sezon yine kime düser.

Düşüş Dönemi Ve...
Düsüs dönemi baslamistir. Göztepe'miz son 20 yilda bir çok badireler atlatir. Kimi zaman tek bir puanla, kimi zaman averajla sampiyonlugu kaçirir, gün gelir gol averajiyla 3. Lig kapisindan döner, kulübün anahtari valiye teslim edilmek istenir. GözGöz'ümüz artik kendisiyle basbasa kalmistir. Yüzlerce yönetici ve teknik adamin görev yaptigi Göztepe'mizde istifalar, kadro disilar, parasizlik, huzursuzluklar, sevinç ve iskitrar abidesi GözGöz'ümüzü istikrarsizlik ve dogal olarak basarisizliga sürükler. 3. Lig'e düsmekten son anda kurtulan Efsane Göztepe'mizin imdadina Yeni Asir yetisir. Bundan sonraki son 20 yilda da su gelismeler olur:

1981-82: Göztepe'miz 2. Lig'i dördüncü sirada tamamladi.
1982-83: Denizlispor 46 puanla sampiyon olurken, GözGöz'ümüz 36 puanla ligi 5. tamamladi.
1983-84: Eskisehir 49 puanla sampiyon, Göztepe'miz 34 puanla 4. oldu.
1984-85: Son haftaya iki puan önde giren Kayseri, Adana beraberligi ile 40 puana ulasti ve sampiyon oldu. Göztepe'miz Afyon ile 0-0 berabere kalarak 38 puanla 3.lük ile yetindi.
1985-86: Boluspor 52 puanla birinci, Göztepe'miz 37 puanla besinci oldu.
1986-87: Karsiyaka 53 puanla 1. Lig'e çikarken, GözGöz'ümüz 39 puanla ligi altinci tamamladi.
1987-88: Konyaspor 65 puanla sampiyon oldu, Göztepe'miz 56 puanla besincilikte kaldi.
1988-89: Zeytinburnu 85 puanla ligi zirvede bitiriken, GözGöz'ümüz 56 puanla besinci oldu.
1989-90: Göztepe'miz Aydinspor ile çekisti. Efeler 74 puan toplarken GözGöz 65 puanda kaldi.
1990-91: Son haftaya Altay 81, Göztepe'miz 78 puanla girdi. Göztepe deplasmanda Gönen ile berabere kaldi, Altay ise deplasmanda Mugla'yi 2-1 yendi ve ipi gögüsledi.
1991-92: Karsiyaka 78 puanla birinci olurken, Göztepe'miz 53 puanla 4. oldu.
1992-93: GözGöz'ümzü Play-Off'a yükseldi, 18 maçta 13 puan topladi ve ligi 9. sirada tamamladi.
1993-94: Göztepe'miz Klasman Grubu'nu 2. sirada tamamladi. Dardanel 55 puanla birinci oldu.
1994-95: Klasman Grubu'nda son haftaya 51 puanla giren Göztepe'miz Salihli ile 0-0 berabere kaldi, Manisa'yi 4-0 yenen Buca ligi zirvede bitirdi.
1995-96: GözGöz'ümüz ikinci defa Play-Off'a kaldi. Dardanel ve Sariyer 1. Lig vizesi alirken, Göztepe'miz 22 puanla 7. oldu.
1996-97: Göztepe'miz 3. Lig'e düsme korkusu yasadi. GözGöz gibi 40 puani olan Mugla averajla 3. Lig'e düstü.
1997-98: Göztepe'miz sirketlestikten sonra toparlandi ama yine tehlike yasadi. Son haftalara diken üstünde giren GözGöz'ümüz Klasman Grubu'nu 42 puanla 4. tamamladi.
1998-99: Sirketlesme ile güçlenen Göztepe'miz, Play-Off'a girmeyi basardi. Elazig'a evinde 3-1 yenilen sari kirmizi ekibimiz Seker, Sariyer ve Vanspor'u yendi ama kendisi gibi 33 puan toplayan Denizlispor'a geçildi. Vanspor ve Denizlispor direk olarak 1. Lig'e çikmayi basardi, Göztepe'miz ise Antalya'da Ekstra Play-Off'larda Ankara, Batman ve Rizespor'u yenerek 18 yilliik hasrete son verdi.
1999-00: Göztepe'miz 18 yil sonra çiktigi 1. Lig'de ancak 23 puan toplayabildi ve ligin bitimine 6 hafta kala küme düstü.
2000-01: GözGöz'ümüz, Klasman Grubu'nda ligin bitimine üç hafta kala Play-Off'a çikisini garantiledi. Play-Off'ta oynadigi 18 maçta, 14 galibiyet, 2 berabrelik, 4 yenilgi aldi ve 38 puan toplayarak, 2. Lig Şampiyonu olarak Süper Lig'e bir yıl aradan sonra tekrar yükselir.
2001-02: Sarı-kırmızılı ekibimiz, Süper Lig'i 45 puanla 7. sırada tamamladı. UEFA Kupası'na oynama şansını 3 puanla Denizlispor'a kaptırdı.
2002-03: Göztepe'miz 34 maçta topladığı 26 puanla ligi 17. sırada tamamlayınca, küme düşen üç kulüpten biri oldu.

(Kaynak: Yeni Asır Gazetesi)

21 Ekim 2006




Kahraman Balyoz

Ahh be balyozz

Al o balyozu daa şeyi deee çek git rezil yağcı!!

O balyoz oralarda olmasaydı memleket daha çok şey kazanacaktı emin olun...
























Bu da Emin Çölaşan'dan

Vay kutsal balyoz vay


BALYOZ internet oyunlarına konu oldu. Balyoz birilerinin yalakalık nedeni oldu. Balyoz kapışılıyor.

Gerçek balyoz kimde? İnşaatta mı, hastanede mi, milletvekilinin elinde mi?

Şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi.

Müteahhit AKP Bingöl milletvekili Fevzi Berdibek balyozu kapmış, eline alıp medyayı çağırmış, pozlar veriyor... Ve iddialı konuşuyor:

"Bu elimdeki yüzde bir milyon o balyoz. İnanmayan olursa Adli Tıp Kurumu’na gönderelim. Başbakanımızın hayatı bununla kurtarıldı. Bunu ölünceye kadar evimin en baş köşesinde saklayacağım."

Meğer piyasaya balyozun sahteleri de çıkmış.

Ben olsam ben de bunu saklarım yani! Böylece gelecek seçimde milletvekilliğim garanti olur.

haa kutsal balyoz oyunu mu dediniz:

http://onpunto.com/ShowBlog.aspx?Web=devamediyor&CId=9890




16 Ekim 2006

Yavuz Sultan Selim hatıratı

Yavuz Sultan Selim Han zamanında, İran hükümdarı Şah İsmail, kıymetli mücevherler ile dolu bir hediye sandığı gönderiyor, hünkâra.


Sandık açılıyor. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkıyor. Fakat, sandık açılır açılmaz, pek fena bir koku yayılıyor etrafa. Önce, hiç kimse bir anlam veremiyor, nadide mücevherler ile dolu sandıktaki bu fena kokuya. Sonra, mesele anlaşılıyor. Sandığın dibine insan dışkısı doldurulmuş.

Yani, Şah İsmail, aklı sıra, cihan padişahına hakaret ediyor.

Cihan padişahı emir veriyor, "herkes düşünsün, bu edepsizliğe, Osmanlı'nın şanına yakışacak şekilde bir mukabelede bulunmalıyız." ve çözümü yine kendisi buluyor.
Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatıyor. Sandığın içine, o zamanın İstanbul'unda imâl edilen en nefis gül kokulu lokumlarından bir kutu hazırlanmış bir kutu yerleştiriliyor. Kutunun altına da, bir satırlık yazıdan ibaret bir pusula iliştiriliyor. Hediye sandığı, itina ile süslendikten sonra,Şah İsmail'e gönderiliyor.

Sandık, Şah'ın huzurunda açılıyor. Sandık açılır açılmaz, etrafa mis gibi gül kokusu yayılıyor. Mücevher vs. gibi hediyeler takdim edildikten sonra, Osmanlı Elçisi, Şah'ın tedirgin olmaması için, önce kendisi tatmak kaydı ile- büyük bir
saygı ve nezaketle, Şah İsmail'e lokumdan ikram ediyor. Bilâhare, görevliler, huzurda bulunanlara teker teker ikram etmeye başlıyorlar,lokumdan.


Şah, bütün bu olup bitenlere bir anlam veremiyor. Osmanlı Elçisi, Şah'ın şaşkınlığını gidermek için, lokum kutusunun altına iliştirilmiş mütevazı
pusulayı uzatıyor.

Pusulayı okuyan Şah'ın yüzünde, bu sefer,şaşkınlığın yerini büyük bir
utanç ifâdesi alıyor;

"İsmail, herkes yediğinden ikram eder."



TANIM İSTEYENLERE

"Bir takım çevreler" ilkokul 5'e giden çocukların bile bildikleri bir takım kavramlarım tanımlarını istiyormuş... Bloguma bakmaya lütfederler mi bilmiyorum ama ben gene de Laiklik ve İrtica nın tanımlarını koyuyorum... Gerçi en basit Türkçe sözlükte bile bulabilirler amaa... gene de "hazıra alışmış bu güruh için" tanımlar ve kelimelerin kökenleri... Buyrunuz:


Laiklik, devletin dinler arasında ve dini görüşlerle dini olmayan görüşler arasında pozitif veya negatif ayrımcılık yapmaması gerektiği temel düşüncesine dayanan siyasal ve hukuki ilke. Din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak, devlet işlerini dini prensiplerin dışında tutma.

Laik kelimesi, Latincedeki “laicus” sözünden gelen “laik” deyimi, Türkçe’ye Fransızca’daki “laice” ya da “laique” sıfatından geçmiştir. İlk kullanıldığı batı dillerinde “dine ya da kiliseye ait olmayan” anlamını taşımaktadır. Kelimenin aslı Yunanca Laikos sıfatıdır. Yunancada, din adamı sıfatı taşımayan kişilere “laikos” denilmekteydi. Lügat manasıyla ruhani olmayan kimse, dini olmayan şey, fikir, müessese, sistem, prensip demektir.

Meydan Larousse’un laiklik maddesinde “Laiklik, dinin kamu hayatı üstündeki etkisini sınırlamak amacını güder” denilirken devamında “devlet ile din işlerinin ayrılması; devletin din ve vicdan hürriyetinin gerçekleşmesi bakımından tarafsız olması” şeklinde ifade edilmektedir.

Laikliğin diğer tanımı da daha geniş ve kapsamlı olanıdır. Laiklik: insanın inanç, ibadet, vicdan ve düşünce hürriyetinin devlet tarafından güvence altına alınmasıdır. Bir din veya mezhep mensuplarının başka din veya mezhep mensuplarına karşı ya da kişinin inanç, ibadet, vicdan ve düşünce hürriyetini yaşamasına yönelik her türlü baskı ve tahakkümü önlemek laik devletin görevidir.

En çok bilinen şekliyle tanımlanışı ise; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Laik devlette devletin siyasi yapısını, hükümet ve idarenin işleyişini, toplumun yaşayışını düzenleyen kanun ve kuralları dini prensipler değil; bilimsel yaklaşımlar, toplumsal ihtiyaçlar ve hayatın gerçekleri tayin eder. Bu devlette din ise; tamamıyla fertlerin dini inançlarını kendi özgür iradeleri ile yaşamasını öngören ve bununla ilgili kuralları düzenleyen bir müessesedir. Bu bağlamda laiklik; dinsizlik olmadığı gibi din karşıtlığı da değildir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder Atatürk, “Bizim dinimiz en makul, en tabii dindir ve ancak bundan dolayı en son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uymaktadır.” demek suretiyle dini kaygılarla laikliğe karşı çıkılmasının ne kadar anlamsız olduğunu vurgulamıştır.



İrtica, kelime anlamı itibariyle “Gericilik, geriye dönme, her türlü yeniliğe karşı çıkarak eskiyi muhafaza etme” gibi manalara gelmektedir. Bu konuda sözlüklerde bu ve benzeri çeşitli tanımlara raslamak mümkündür. Ancak buna rağmen bu tanımın kapsamına giren şahıs ve kitleleri belirlerken güçlüklerle karşılaşılmaktadır.

İrtica bu sebeple de dünyada ve
... hakkındaki detaylı bilgiyi görüntülemek için tıklayınız.Türkiye'de, genelde gerici, mürteci, fundamentalist, kökten dinci ya da radikal gibi sıfatlarla tanımlanan şahıs ve grupları tesbit noktasında farklı anlayış ve yorumlar bulunmaktadır.

Genel kanaate göre; devletin temel nizamlarını, dini esaslara uydurmak amacıyla faaliyet gösteren ve bu doğrultuda her ne surette olursa olsun cebir ve şiddet kullananları terörist olarak vasıflandırsak dahi, bu çerçevede bile çoğu zaman, bu amacı güden gruplarla, sadece dini ibadetleri yerine getiren vatandaşlarımız birbirinden ayırmak oldukça güçtür.

İrticai faaliyet ise; dini olguları kullanarak insanların inançlarını istismar edip, devletin anayasal düzenini değiştirmek amacını güden her türlü şiddet ve propagandif eylemlerdir.

12 Ekim 2006

Artık bizim de bir "Nobel ödülü" müz var...

Orhan Pamuk bugün (12/10/2006) İlk "Nobel Ödülü" kazana T.C vatandaşı oldu... İsveç Akademisi, "kültürlerin çatışma sembolleriyle ilgili çalışmaları nedeniyle bu ödülün Pamuk'a verildiğini açıkladı

Neden, niçin, iyi midir kötü müdür... Tartışmam bile... Boşverdim gitti... Bu tutum, gördüğüm kadarıyla sadece bende değil, genel anlamda toplumuzda da var...


Adam geçen sene de adaydı ama bu sene aldı...
Yaa ben bunda sanki bir Eurovizyon vari koku alıyorum... Yani nedir? "şarkısını boşver biz sevdiğimize, yüksek puanımızı verelim" veya " "adamlara politik haksızlık ettik bari puan verelimde durumu yırtalım"... Hee evet bir parmak bal çalın bakalım...

Tesadüf ya Fransızların soykırım kararı ile bu ödül de aynı günde verildi...

Aslında bir olay, büyük gurur bu... Ama ne bileyim işte bir burukluk da var olayın içinde...
Başka bir burukluk ise, Orhan Pamuk'un (tv de gördüğüm) konuşması idi... tam hatırlamıyorum ama " Burada Türkiye Cumhuriyetini temsilen kimse yok, onların olmaması ise benim için ayrı gururdur" gibilerinden birşeydi... Tam da "evet yaa neden kimse yoktu orada" diyecekken... AAAA 1 sn yaa... Hani Mr. Pamuk ödül aldığını ABD'de öğrenmişti, ve hani ödül 10 Aralıkta verilecekti??? Daha bu konuşmanın yapılması için erken değil mi??? Yoksa parlementonun ödül açıklanacağı sırada Mr Pamuk'un yanında mı olması gerekiyordu??? O halde, umarım bir dahaki ödül açıklamaları sırasında Meclis civarı bir yerde bulunursunuz!!!

Bu arada, Sn. Pamuk dan çok daha önce, Yaşar Kemal de Nobel Edebiyat ödülüne aday olmuş...

Madem gündem bu işte wikipedia'dan Nobel Ödülü hakkında bilgiler...

Nobel Ödülü, 27 Kasım 1895 tarihli ve 30 Aralık 1896 tarihinde Stockholm'de açıklanan vasiyetnamesiyle Alfred Nobel tarafından kurulan derneğin verdiği, insanlığa hizmet edenleri ödüllendirmek amacını taşıyan prestijli bir ödüldür. İlk Nobel ödülleri 1901 tarihinde verilmeye başlanmıştır.


Nobel ödülü verilen alanlar
Nobel'in servetinin yıllık geliri beş eşit parçaya ayrılmıştı.
"Fizik", "Kimya", "Fizyoloji veya Tıp" alanlarında en önemli icadı yapan kişilere
Edebiyat alanında en soylu ve en içten ideali örnek alarak meydana getiren eserin yazarına
Halklar arasında kardeşliğin gerçekleştirilmesi, orduların kaldırılması veya sayısının azaltılması, barış kongrelerinin yapılması ve yaygınlaştırılması için en çok çalışan kişilere verilir.
Başta beş dalda verilen ödüllere 1969 yılında İsveç Bankası Alfred Nobel anısına bir de İktisat ödülü ekledi. Bu ödüllerin dağıtılmaya başlaması 1901 tarihine denk gelmektedir ve günümüze kadar sürmüştür.
Fizik ve Kimya ödülleri İsveç Akademisi, Tıp ve Fizyoloji ödülleri Stockholm Karolin Enstitüsü, Edebiyat ödülü Stockholm akademisi, Barış ödülü de Norveç Storting'i tarafından seçilen beş kişilik bir komisyon tarafından dağıtılır.

Nobel Edebiyat ödülleri her yıl Alfred Nobel'in sözleri ile bir idealist eğilimi en farklı şekilde ifade eden yazara verilmektedir. İsveç Akademisi her yıl bu ödüle layık kişileri seçmektedir.
Alfred Nobelin bu sözü aslında başta birçok tartışmaya neden olmuştur. İsveç dilinde 'idealisk' kelimesi 'idealistik' ve 'ideal' olarak çevrilmektedir. Bu da Lev Tolstoy ve Henrik İbsen gibi dünyaca tanınmış yazarların başlarda yazdıkları yeterince idealistik bulunmadığından ötürü bu ödülü alamamalarına yol açmıştır.

Fransa'da 'soykırım' yasa teklifi kabul edildi

Fransa meclisi genel kurulu, Sosyalist Parti'nin sunduğu sözde Ermeni soykırımını reddetmenin suç sayılmasını öngören yasa teklifini kabul etti.


Yasa teklifi 19'a karşı 106 oyla kabul edildi.

Teklifin yasalaşması için Senato'nun da onayı gerekiyor. Yasa teklifinin Senato'ya götürülme kararı ise hükümetin elinde bulunuyor. Meclis genel kurulunda bugün yapılan tartışmalarda hükümet adına konuşan Avrupa İşlerinden sorumlu Bakan Catherine Colona, teklife karşı çıkmıştı.

Yasa teklifi, sözde soykırımı reddedenlere, bir yıla kadar hapis ve 45 bin euro para cezası verilmesini öngörüyor.

Oylama öncesi yasa teklifine yönelik 6 değişiklik önergesi verildi. İktidardaki Halk Hareketi Birliği (UMP) milletvekili Patrik Deveciyan'nın öergesi, tarihçi ve araştırmacıların yasadan muaf tutulmasını içeriyordu. Ancak önergeler reddedildi.


Şaşırmadım aslında... Kabul edin, adamlar bizi sevmiyor, içlerine istemiyorlar... Ama Fransızlar en azından dürüst oldular bu defa, arkadan kulis çevirmek yerine ((hiç yapmazlar ya aslında)kulis mii o da nee???) doğrudan söylediler... Sanırım bu sadece bize karşı yapılan birşey de değil ama, tam emin olmamak ve hatırlamamakla beraber, sanki Museviler ve İsviçre Bankaları arasında bir olaylar olmuş ve Museviler gizli hesaplardaki paraları ele geçirebilmişlerdi... Yani bir şekil bir zorlama, haksızlık olduğunu vsvs ispatlamışlardı...

Savaş zamanışlarında yapılanları sanırım o güne göre yorumlamak en iyisi... Bugüne, bugünkü gerçeklere göre yorumlanırsa çarpıklık olacağı aşikardır....

E bu da böyle olsun diye bir şey kabul edilemez... Aslında kimin ne soykırımı yaptığını tarih çook daha iyi biliyor... Ama dili yok ki söylesin!!!

Heh yasa tarihçileri de kapsayacakmış.. Adamlara "susun, araştırmayın sakın" demenin başka yolu olmasın bu?? Allah bilir soykırımın ardında Fransız parmağı da vardır ondan susulması isteniyordur... Kim bilir?? Peki buna ne dersiniz??

Bir Can Dündar yazısı ve anısı...

Benden bir not daha: Atilla İlhan... Ölüm yıldönümü idi 10 Ekimde... Allah rahmet eylesin...

'Aaaa o başka!'


1960'lar...
Paris'te Madeleine Meydanı'nda bir öğle üzeri...
40 yaşlarındaki Madam Janine Thepenier karşısındaki Türk delikanlıyla sohbet ediyor.
Benoist-Mechin'in "Mustafa Kemal" kitabı yeni çıkmış piyasaya...
Daha önce Türkler ve Türkiye üzerine hiç bilgisi olmayan Fransız kadın kitabı yeni okumuş, bizim delikanlıya sorular soruyor:
"- Şüphesiz Mustafa Kemal davasında haklıymış. Fakat niye bu kadar çok kan dökmüş? İstiklal mahkemelerinde kelle uçurmak olacak iş mi?"
Sonra Menderes'in idamına getiriyor lafı:
"Anayasa'yı çiğnedi diye Başbakan'ı, bakanları asmak doğru mu?"
"Kıbrıs çıkarmasında masumların kanını dökmek günah değil mi?"
Delikanlı satır aralarından "Nedir sizdeki bu vahşet" sorusunu kokluyor. Ve karşı saldırıya geçiyor:
"Benim bildiğim Fransa (1. Dünya Savaşı kahramanı, Mareşal) Petain'i idama mahkûm etmiş, yaşlı diye cezasını süresiz hapse çevirmiştir. Laval'i ise kurşuna dizmiştir. Bunlardan birisi başkan, öteki de bakan değil miydi?"
Madam Thepenier hayretle itiraz ediyor:
"Aaaa, o başka..."
"Peki Danton, Robespierre, Babeuf gibi ihtilal başkanlarının kesildiği yer bu Paris değil midir?"
Cevap aynı:
"Aaaa, o başka..."
"Fransa paraşütçüleriyle Gabon'a niye müdahale etmişti? Eğer Cezayir'de Araplar orada kalmış Fransızları kesmeye, aç bırakmaya ya da sürmeye başlasalardı Fransa müdahale etmeyecek miydi?"
"Aaaa, o başka..."
* * *
Bu çifte standart karşısında saçını başını yolan "Fransa hayranı" delikanlının adı Attilâ İlhan'dı.
Bu izlenimlerini "Hangi Batı"da (Bilgi, 1976, s. 41) şöyle sonlandıracaktı:
"İnsan sonra sonra Batılının, yani Fransızın olayları, insanları ve sorunları iki ayrı gözle gördüğünü, iki ayrı ölçekle değerlendirdiğini fark ediyor.
"Birisi, dünyayı 'yöneten' ülkelerden biri olmaktan gelen yukarı bir ölçü, kendine toz kondurmayan, komşusuna karşı hoşgörülü...
"Ötekisi, 'yönettiği' ya da hizada saydığı ülkelere ve halklara uyguladığı, hafif alaycı, epeyce küçümser, adamakıllı merhametsiz ve toptan haksız bir ölçü. Avrupalı değil misiniz, 'Avrupalıyım' diye 40 yıldır yırtınsanız bile her hareketiniz başka bir ölçüyle yargılanacaktır.
"Diyeceğim, Paris'in iki gözü, iki ayrı renk..."
* * *
Aradan geçen 40 yılda fazla bir şey değişmedi Fransa'da:
Aynı çifte standart, aynı önyargı, aynı kibir...
Şu farkla ki; bu tavrının bedelini, varoşlarından yükselen ve 60'lardakine hiç benzemeyen bir şiddet dalgasıyla ödemeye başladı.
Türkiye ise Batı yolunda komşularıyla barışma, önyargılarından arınma, tarihini sorgulama, yasalarını demokratikleştirme yoluna girdi.
Şimdi Türkiye'de Batılı düşünenler "Soykırım vardır" diyenlerin hapsedilmesine fikir özgürlüğü adına karşı koyarken, "fikir özgürlüğünün Kâbe'si" kabul edilen Batı "Soykırım yoktur" diyenleri hapsetmeye hazırlanıyorsa, bize düşen, Batı'nın değerlerini Batı'ya hatırlatmak, bu çifte standardı yüzlerine vurmak ve en önemlisi yolumuzdan caymamaktır.
Bu vesileyle, yarın 1. ölüm yıldönümünde anacağımız, Paris'teki o "ebedi delikanlı"yı saygıyla selamlıyorum.

Bir Kirpi Hikayesi


İncitmeyecek kadar uzak,üşümeyecek kadar da yakın olabilmek...


Eski zamanların dondurucu bir kışından bütün hayvanlar çok etkilenmiş, büyük kayıplar vermişler.

Ama en çok kayıp veren kirpilermiş.

Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri yok, kendilerini sıcak tutması zor olan dikenleri var. Bu durumdan en az zararla kurtulmak için kirpiler meclisi toplanmış,çözüm aramaya başlamış.

Tartışa tartışa,nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya
toplanmasına,birbirlerine yakın durarak geceyi geçirmelerine karar verilmiş.

Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak,aralarındaki
hava tedavülünü önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış.

İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler.
Ama başka bir problem çıkmış ortaya.
Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından yaralanmalar gerçekleşmiş.

Daha sonraki gece yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu
seferde donmalar meydana gelmiş.

Ne var ki, her gece kah uzaklaşa kah yakınlaşa, deneye yanıla birbirlerinin
vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın,ancak birbirlerini incitmeyecek
kadar uzak durmayı öğrenmişler.

KISACA ;

Bizim de uzun dikenlerimiz var.

Bunlar hayata karşı filtrelerimiz.

Bazen faydalı,bazen de zararlı.

Çoğu zaman,kimseleri yaklaştırmıyoruz yanımıza.

Filtrelerimizden elemeden kimseleri sokmuyoruz özel dünyamıza.

Ne var ki, sıcaklık ancak yakınlaşmakla mümkün.

Birbirini incitmeyecek kadar uzak,hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek
kadar da yakın olmayı öğrenmeliyiz



08 Ekim 2006

Masallardan neler öğrendik :)

Sinderella : hatun kısmısının gece 12den sonra sokakta işi yoktur...
MySpace


Uyuyan Güzel: bir kiz kendisini öpen ilk erkekle evlenir ve onunla
sonsuza kadar mutlu yaşar.

Hansel ile Gretel: masal kahramanlarının sayısı arttikca IQ'ları duşer... MySpace
Çukulatadan evler yenmemelidir.

Kırmızı başlıklı kız: sokakta her gördüğün zibidiyle konuşma.

Çirkin ördek yavrusu: ortaokulda size imalı bakışlar atan gözlüklü tombul kızla/çocukla dalga geçip aşağılamayın, bir beş sene sonra afet olur ağzınız açık kalır ağlarsınız. MySpace

Ali Baba ve kırk haramiler: password'ler iyi saklanmalı onun bunun yanında bağırarak söylenmemelidir.
MySpace





Alice harikalar diyarında: her bulduğunu ağzına sokma

MySpace

Heidi : akıllı kızlar patikalarda neyin keçi kovalamazlar.



Aladdin : sokakta her buldugunu karıştırma

Pamuk Prenses: Hiç tanımadığınız biri size elma verirse sakın yemeyin !
MySpace
Rapunzel: Bir kuleye kapatıldıysanız kaçmak için saç uzatmayın uçmayı öğrenmek daha kısa sürer

Pinokyo : Baban marangozsa asla yalan sölemeyeceksin

This page is powered by Blogger. Isn't yours?


adopt your own virtual pet!